‘’ Seni bir serçenin göz yaşı kadar seviyorum diyeceksin bir serçenin göz yaşı kadar mı bilmessin serçeler ağlayınca ölüyo ‘’ 27.07.2015 tarihli bir not düşülmüş ve tarafımdan 2 tl ye bit pazarından alınmış bir kitap.
Bu notun sahibinin ismi de yazıyor, her ne kadar kime hitaben yazdığı belirtilmemiş olsa da.
İnsan bir kitaba niye bir not yazar
Sevgili Erdal;
Bu zor geçen son günlerimde bana o kadar derman oldun ki, seni, yaptıklarını, Türk edebiyatına katkılarını hayatım boyunca minnetle anacağım.
Erdal Öz 1935 doğumlu, yani bu dergicilik, edebiyat sohbetleri mektuplar konuşulduğunda en erken mektup tarihi 1956 olduğuna göre Erdalcım henüz 21 yaşında, gerçi 17 yaşında yayınlanan
Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali, güvendiği şahıs Nüket Esen’e babasına ait 70 yıldır saklanan içinde müsvedde notlar,eski yazı ile kaleme alınmış mektuplar,hikaye taslakları olan bir SANDIK veriyor..
Nüket Esen ise içinde edebiyatçı yayıncı denilebilecek uzman kişilerden oluşturduğu bir ekiple sandık içindeki Sabahattin Ali’nin zihin
KİTAP İNCELEMESİ (13)
Kitabın Adı : Koşulsuz Affetme
Orijinal Adı :Unconditional Forgiveness
Alt Başlık : Her şeyi ve herkesi affedebilmek için basit ve kanıtlanmış bir metot
Yazarı : Mary Hayes Grieco
Çeviren : Nükte Parlaöz
Yayınevi : Klan Yayınları
Yayıncı :
Gerçekten Aziz ve Celil olan Allah her yüz sene başında şu ümmetin dinini bid'atten (dine sonradan sokulan hurafelerden) ayıracak, yenileyecek (ilim sahibi) bir zati gönderir. (Sünen-i Ebu Davud, 5/100) Her hicri yüz yilda mü ceddid olanlan şöyle sıralayabiliriz:
1- Ömer b. Abdülaziz (H. 17-102 / M. 638-720)
2- Imam-1 Şafii (H. 150-204 / M.
Aleksandr Sergeyeviç Puşkin, 1817 yılında mezun olduktan sonra dış işlerine onuncu dereceden devlet memuru olarak atandı. 1820 yılında, Petersburg genel valisi Puşkin’den şiirlerinin bir devlet memuruna yakışmadığı düşüncesi nedeniyle açıklama yapmasını istedi. Ceza olarak Sibirya’ya sürgüne gönderilmesi düşünüldü. Dostlarının sayesinde Puşkin,
Türklerin arap yarım adası ve balkanları kaybetlerinin üzerinden daha 100 yıl bile geçmemişken Türk milletinin bu yörelere olan bu kadar alakasızlığı ilginç. Bir zamanlar Şam, Medine, selanik vb. G.Antep, Manisa, Edirne gibi bizim şehirlerimizdi. Hala kültürümüz oralarda ama biz oraları çoktan unutmuşuz. Bu kitap bize bu şehirlerden mükaddes Medin-i Münevnerenin Osmanlı tarafından nasıl kahramanca savunulduğunu anlatıyor. Yapılan hatları, kahramanlıkları, ihanetleri anlatıyor. Bu konu için bir kitap okumak yetersiz bence daha yüzlerce kitaba konu olacak bir destan var, ama bu memlekette hangi kahramanlık öyküsü hakkınca yadedildi ki Medine Müdafası edilsin. Her kesni okumasını tavsiye ederim. Yayıncı notu: Birinci Dünya Savaşı’nda Türk’lerin Çanakkale’de gösterdikleri kahramanlık destanının bir benzeri de Hicaz’da kutsal toprakların müdafaasında yaşanmıştır. Mondros mütarekesi (1918) ile Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayan güçlerin ve yandaşlarının karşısında Fahreddin (Türkkan) Paşa ve kumandasındaki kahraman Türk Askeri, mütareke şartlarını ve Osmanlı Sarayı’nın emirlerini hiçe sayarak bu toprakları hiçbir karşılık beklemeden dinlerine ve peygamberlerine olan engin sevgi ve saygı ile savunmuşlardır. Bu güne kadar Genel Kurmay’ın dosyaları arasında kalmış olan bu büyük zaferi, kumandanından erine kadar vatan ve Allah yolunda; O’nun yüce peygamberini ve mukaddes topraklarını savunmadaki kahramanlıklarının destanını bu eserde bir roman heyecanı ile okuyacaksınız.
Yahudi bir ailenin oğlu olan Georges Perec aile üyelerini birer birer toplama kamplarında kaybetmiş bir yazarmış. Kitabın sonunda yayıncı notu bu kitabın otobiyografi öyküsü olup olmayacağının tartışmalı olacağını söylüyor.
Uyuyan Adam bana Albert Camus 'Yabancı' yı hatırlattı açıkçası biraz. Yalnız daha bir acı sanki.
Kitaptan spoiler bir dize;
Ölmedin, daha aklı başında biri de olmadın. Gözlerini kavurucu güneşe çevirmedin. Dünya yerinden kıpırdamadı ve sen değişmedin. Kayıtsızlık seni farklı kılmadı. Ölmedin. Delirmedin.
Ve bende kitaba tezat cümleleri ile aklıma gelmiş bir Erdem Beyazıt şiiri.
Çıkıp dağlara yaylalara, susmak istersin. Ama yalnızca susar gibi görünürsün. Derviş olamadın ama başıboş da kalmadın. Ey durup durup dalgalanan kalbim, yorulup durulduğun gün; gerçek yorumu bulabilirsin.
Burada üçüncü cümle özellikle ilginçtir. Adler bir yandan varoluşçuluğun öncülerinden sayılırken, ancak bu satırlarda varoluşçuluğun özgün terimlerini kullanmakta, ölümün de insan varlığının bir parçası olduğunu söylemektedir.