Şafak sökmeye başladığında, gün kademeli olarak döner ve dünyanın gıcırdayarak dönen menteşelerinin sesi neredeyse işitilir; bu yaşlı dünyanın karanlığını yıkan titreşimi hissedilir.
- Gecenin günahlarla dolu olduğu doğru mu?
- Evet, Susana.
- Gerçekten mi?
- Öyle olmalı, Susana.
- Sence yaşam bir günah değilse, nedir o zaman, Justina? Duymuyor musun? Yerin nasıl gıcırdadığını duymuyor musun?
- Hayır, Susana, hiçbir şey duyamıyorum. Ben senin kadar talihli değilim.
Sessizce gidiyorlardı, ne bir şey söylüyor ne de kimseyle kavga ediyorlardı. Kendilerine yaptıkları bütün kötülüklerin acısını çıkarmak için Torricolar'la kavga etmeyi çok istediklerine kalılıımı basarım; ama hiçbiri buna yeltenmedi.
Başka bir yerde gayet keyifli olunabilecek bir sohbet, burada çok çaba gerektiriyor. İnsan burada konuşurken ağzının içindeki sözcükler dışarıdaki sıcaklığın etkisiyle ısınıp dilinin üzerinde kuruyor ve nefesini kesecek gibi oluyor.
“Ne bileyim, Juan Preciado. Bunca yıldır başımı bir kerecik kaldırmadım ki göğü hatırlayabileyim. Hem kaldırsam bile ne çıkar? Cennet buradan çok uzakta, sağken gözlerim pek seçmezdi, önümü görsem, razıydım. Üstelik Rahip Renteria Cennet’e gidemezsin dediği için ilgilenmiyordum da; ona kalırsa göğe bakamazmışım bile. Günahlarımdan ötürü. Yine de bana öyle söylememeliydi. Hayata anlam veren tek şey, öldükten sonra daha iyi bir yere gidebilme umududur; o kapı da kapandı mı açık kalan tek kapı Cehennem’in kapısı oluyor ki o zaman doğmasam daha iyiydi diyorsun. Benim için Cennet bulunduğum yerdir, Juan Preciado.