...Yemyeşil düzlükler.Ufuk çizgisinin,başakları oynatan rüzgarla birlikte yükselip alçaldığını görmek,öğleden sonranın üç bukleli bir yağmurla taçlanışı.Toprağın rengi, yoncanın ve ekmeğin kokusu.Bala bulanmış gibi kokan bir köy..
"Ne diyeceğimi bilemiyorum, baba; şu anda sizi tanıyamıyorum. Tamam, beni büyüttünüz, ama köle gibi çalışmaktan başka elime ne geçti? Beni dünyaya getirip git başının çaresine bak diye sokağa saldınız. Size rakip olmayayım diye havai fişek işini bile öğretmediniz. Üzerime bir pantolon, bir de gömlek geçirip yaşamı kendi başıma öğrenmek için yollara düştüm ve evinizi terk ederken cebimde beş kuruş bile yoktu. Şimdi bir bakın, sonuç ortada: Açlıktan ölüyoruz. Gelinin, torunların ve senin adını devam ettirecek yegane kişi olan bu oğlun, nalları dikip öbür dünyayı boylamamıza az kaldı. Ve sizinle böyle konuşabilme cesaretim de açlıktan kaynaklanıyor. Sizce bütün bunlar dürüst ve adaletli mi?"
Ve biz işte böyle bir yerde yürüyoruz. Dört kişi yaya olarak. Daha önce at üstünde gidiyor ve sırtımızda birer karabina taşıyorduk. Şimdi karabinamız bile yok.
Annemin bana söylediklerini hatırladım: "Orada beni daha iyi duyacaksın. Orada sana daha yakın olacağım. Anılarımın səsini ölümümün sesinden daha yakın bulacaksın; eğer zamanın herhangi birinde, ölümün bir sesi olmuşsa".
.
Sanki yaptığı şey için özür dileme şekliymiş gibi bana sarıldı. Ve ona gülümsedim. Bana öğrettiğin şeyi düşündüm: "Asla kimseden nefret etmemelisin."
...