Insanlar kötü doğmaz, kötü olurlar ve her kötü birey iyi insan potansiyeline sahiptir.
Frank; anne ve babasından ayrı büyür, sadece belli zamanlar da annesi tarafından ziyaret edilir. Bir çocuk, sevgi periyotlarına bu kadar erken yaşta alışırsa iki ihtimalli olur. Ya içine kapanık bir birey ya da azılı bir suçlu adayı olup çıkar. Herşeyin bir sebebe bağlandığı dünyamızda bazı şeyleri eleştirirken, eleştirinin asıl odak noktasını kaçırıp direkt hedefe yönlendiririz oklarımızı.
Hedef ordadır ve vurulur ancak hedefi oraya kim koymuştur ? Düşünülmez.
Frank 'a gelecek olursak, sevgisiz büyümüş bir çocuğun kini vardır yüreğinde. Annesi bir genelev işleticisidir ve işgal yılları olduğu için bir çok masum kadını böylelikle ele geçirir. Yiyecek lokma bulamayan insanlar varken, onun evinde bu sıkıntı yoktur.
Frank cinayetler işler ve bence kitabın asıl ilgi çekici hale geldiği bölümlerini barındıran sorgu günlerini anlatan son bölümlerinde kendini sorgulamaya başlar.
Kitap ilk başlarda biraz sıksa ve zorlasa da yüzüncü sayfalardan itibaren hızla akmaya başlar. Üslûbunu çok beğendiğimi belirtmek isterim. Cümlelerin arasında zekası ışıl ışıl belli ediyor kendini. İçe dönük insanların betimlemelerini ustalıkla sergiliyor. Frank' ın iç dünyasının resmini görebiliyorsunuz. Simenon okumaya devam edeceğimi düşünüyorum. Son olarak William Faulkner, onun için :
" Simenon okumayı çok seviyorum, bana Çehov'u hatırlatıyor" diyor.
İyi insanların bol olduğu yarınlara...