Hilmi Yavuz 14 Nisan 1936'da İstanbul’da doğdu. Kabataş Erkek Lisesi'ni bitirdi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ndeki eğitimini yarıda bıraktı. İngiltere'ye gitti. BBC'nin Türkçe bölümünde çalıştı. Londra Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. Türkiye'ye döndükten sonra çeşitli yayınevleri ve ansiklopedilerde görev aldı. Cumhuriyet, Milliyet, Yeni Ortam gazeteleri ve çeşitli dergilerde "Ali Hikmet" imzasıyla inceleme, eleştiri ve denemeler yazdı. Mimar Sinan Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı. İlk şiirleri Kabataş Erkek Lisesi'nde edebiyat öğretmeni Behçet Necatigil yönetiminde çıkan "Dönüm" dergisinde yayınlandı. Bu dönemde daha çok İkinci Yeni akımının etkisinde imgeci şiirler yazdı. Sonraki yıllarda gelenekçilikle çağdaş bir bakışı kaynaştıran, biçim ve özün dengelendiği bir düzey sergiledi. İslam mistisizmi, özellikle de tasavvuftan yararlanarak kendine özgü bir sözcük dağarcığı geliştirdi. Halen Zaman gazetesinde kültür yazılarına ve Bilkent Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya devam etmektedir. Ayrıca İpek Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde yarı zamanlı öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır. Talat Halman tarafından Şairi Azam sıfatı verilmiştir. BuTalat Halman ve Hilmi Yavuz arasındaki mizahi diyaloğun bir örneğidir.
Herkese iyi akşamlar, sevgili okurlar canım dostlarım. Gün geçmiyordu ki 1000 kitapta güzel bir etkinlik olmasın. Beni tanıyan okur dostlarım biliyorlardır ki şiiri çok seviyorum. Şiiri eminim siz de çok seviyorsunuzdur, öyle umuyorum. Şiir sevmemek ne mümkün? Şayet sevmeyenler için de bu ilk adım olabilir. An itibariyle şiir kitabı okuma
1936 doğumlu Türk yazar,şair ve akademisyen Hilmi Yavuz’un çocukluğunun sımsıcak anılarından bugününe uzanan bir otobiyografi kitabı ‘Hüzün ve Ben’.
“Hüzün ki en çok yakışandır bize.” diye yazdığından beri ‘hüzün şairi’ ne çıkmıştır adı.Haksızda sayılmaz hani,bizim kültürümüz hüzün kültürüdür. Kimliğimizin olmazsa olmaz parçasıdır hüzün.
Ahmet Hamdi Tanpınar ‘ın deyişiyle Hüznün Türk insanının “his tarihi’nde yeri büyüktür”.Kısaca bizim insanımızı anlayabilmek için önce hüznünü anlamak gerekir kanımca.
Bu vakte kadar
Hilmi Yavuz un daha önce hiçbir kitabını okumamış birkaç şiirine,pasajına denk gelmiştim sadece.Öyle gönlüme değmiş olacak ki yazarın yaşam öyküsünü merak etmistim,çünkü ben nerde hissiyatıma denk bir isme rastlasam hangi ortak acılardan,sevinçlerden ve tecrübelerden geçtiğimizin kanıtını ararım kendimce.
“İki yanı ağaçlı yoldan yürürken,birdenbire,asfaltın üzerini,erguvan çiçeklerinin bir halı gibi kapladığını fark eder,o müstesna görüntüyü bozmamak için durur,üzerlerine basmamanın yollarını arardım.Ama ara sıra,benden önce onların üzerine basanların ayak izlerini de görürdüm:”
“Ezilmiş erguvanlar!
Siz benim kalbimin
Söylemiydiniz!”
Diye ezilmişliği güzelliğe atfedip kaleme alan, çiçekle arasında hüzünlü bir bağ kuran yazarın ise gönlüme değen yanına kanıttır bu satırlar.Zira;
“Hüzün ki en çok yakışandır bize.”
Sevgi ve Muhabbetle..
Hüzün Ve BenHilmi Yavuz · Timaş Yayınları · 201376 okunma
"ben şimdi bir gülü
kendi güvenliği için
bir sevda şiirine dönüştürmeye
yargılı bir şairim, yaptığım bu işte!"
Hilmi Yavuz şiirlerini felsefik kişiliğinin katkısıyla da imgeler üzerinden yazmış. Kullandığı belli başlı imgeler vardı ve anlamak için şiirlerini birkaç kez okumak gerekiyor, her okuduğumda da ayrı bir anlam çıkardım.
Hilmi Hoca'nın şiirlerini seven bir okur olarak son çıkan romanını birkaç ay önce edinmiştim. Yazar roman yerine(aslında postmodern roman) yerine anlatı denilmesini tercih ediyor.
1950'li yıllarda geçen roman iki farklı eksende ilerliyor. Düz yazı ile yazılan kısımlar yazarın hayatından kısmı otobiyografik veriler içeriyor, italik olan kısımlar ise tamamen kurgudan oluşuyor. Birbirinin içine geçen bu iki kısımdan ilkinde yazarın 1953-1959 yılları arasında gazetecilik yaptığı günlere atıflar bulunmaktadır. Hayali kısımda ise uzaktan gelen bir akraba kızı ve gizemli bir bavulun öyküsünü okuyoruz. Postmodern romanın çoğu özelliğini içeren kitapta son birkaç sayfada geçen Ziyaeddin Eşfak'ın öyküsü ile aslinda geçmişinde yaşayan bir insan portresi görüyoruz.
Keyifle okuduğum kitaptan daha sonra okuyunca hatırlamak üzere birkaç alıntı bırakayım. Tavsiye edilir.
***Hayatı basitleştirilmeyi ilke edinmişimdir. Tanpınar'ın Ahmet Haşim için kullandığı "hayatı kasten daraltmak"ı bana sorarsanız latince "hersey değişmeden olduğu gibi kalsın" anlamında semper eadem olarak yorumlamak gerekir. (Rituele dönüşen tekrar)
***Sartre'nin dediği gibi "araçlar, amaca baş kaldırmıştı". (Günümüzün çözülemeyen problemi)
**Aklıselim yanılır, çünkü görünüşe dayanır. Mesela gören göz güneşin döndüğü, dünyanın sabit kaldığını söyler. Marx der ki: Şayet görünüşle realite aynı şey olsa idi, ilme ihtiyaç kalmazdı.