Max Scheler: "Düşünce tarihinin hiçbir döneminde insan kendisi için günümüzdeki kadar mesele olmamıştır! Birbirleriyle alâkalı hiçbir şey bilmeyen ilmî, felsefî ve İlâhiyat ilimlerimiz, kısaca insanbilimlerimiz (Antropoloji) var. Bu sebeple artık insan hakkında açık ve tutarlı bir bilgimiz yok. İnsanı araştırmayı üstlenen özel özel ilimlerin durmadan çoğalması, insana ilişkin düşüncelerimizi aydınlatmaktan çok karıştırmış ve belirsizleştirmiştir!.."
Immanuel Kant'a dönüldü. Yenikantçılar, çağlarının bütün felsefesini tesiri altına alan yeni bir okul kurdular. Yenikantçılar, felsefe araştırmaları için metod probleminden başka bir problem görmek istemiyorlardı; felsefeye bağımsız bir araştırma alanı tanınmıyor, felsefe araştırmaları, ya felsefe tarihi ile veya tabiat ilimlerinin metotlarının kritiğini yapmakla uğraşıyorlardı. İlk defâ
Edmund Husserl, "fenomenlere, şeylere dönmeli" demekle, felsefeye bağımsız bir araştırma alanı gösteriyordu. Gerçi
Edmund Husserl, hareket noktasına sadık kalmadı; fenomenlere bağlı kalacağına, bir idealizme, immanence (her yerde hazır ve nazır, bâtınî, bâki olma) felsefeye saplandı. Fakat onun felsefeye getirdiği yenilik, 20.yüzyılın başka düşünürleri tarafından ilerletildi; onsuz, ne bir
"Max Scheler, Liebe und Erkenntnis [Aşk ve Bilgi] adlı yazısında, Augustinus’un bitkilere “tuhaf ve esrarengiz bir şekilde” insanlar tarafından görülme özlemi atfettiğine işaret eder, öyle ki “sevgiden türeyen bilgi/içgörü dolayısıyla bitkilere olan şey, bir tür kurtuluşu andırır”. Şayet bir çiçek kendi içinde varlık bakımından tam olsaydı, görülmeye ihtiyaç duymazdı. Öyleyse onda bir eksiklik, varlık bakımından bir yoksunluk söz konusudur. Sevgi dolu bakış, “sevgiden türeyen bilgi/içgörü”, onu bu eksiklik halinden kurtarır. Böylelikle bu, bir “kurtuluş analojisidir”. Bilgi/içgörü kurtuluştur. Öteki olarak nesnesiyle arasında bir sevgi ilişkisi vardır. Bu yönüyle, içinde ötekilik boyutu tamamen eksik olan salt malumat ya da enformasyondan farklıdır."