Bir dönemin adalet anlayışı da budur: Aşabildiğini ipe çek, yakaladığını yol ortasında vur, kıstırdığını havan topuyla imha et, hastalananı eceliyle baş başa bırak; gencecik insanlar birer birer ölsünler, ne çıkar!.. Yahya Demireller sağ ya...
Hatice Alankuş nasıl öldü? Cezaevinde barsak düğümlenmesinden... Bir gül fidanı gibi, gencecik bir kızdı. Gelinliğinin ütüsü bozulmamıştı daha. Ölürken cezaevi doktoru neredeydi, ne yapıyordu? Hiç. Ne yapacaktı, hiç... "Hipokrat" yemini etmiş doktorların gözü önünde öldü Hatice. Cinayet değildir de nedir bunun adı?!..
Harun Karadeniz nasıl öldü? Bir uydurma dava ile gözaltına alındı. Hastaydı. Kanserdi. Tedavi edilmesi gerekiyordu. Bile bile, göz göre göre, kanserin adım adım ilerlemesine izin verdiler. Cezaevinden çıktı, bu kez yurtdışına çıkarmadılar. Birtakım gizli istihbarat raporları, doktor raporlarından üstün tutuldu. Bunun için hesap veren oldu mu? Hayır. Hatice Alankuş'un davası açıldı mı? Hayır!..
Şimdi de, aynı musalla taşına Yusuf Küpeli konmak üzeredir.
Her toplumda hırsızlık, yolsuzluk, vurgun ve soygun olur. Olacaktır. Ama Türkiye’deki kamu mal ve haklarının talanı öylesine ağır, öylesine vicdansız ve zalimdir ki, buna tarihte bir benzer bulmak hemen hemen imkânsızdır.