Emily Post "Genç bir hanım yüksek bir sesle gülmez, yalnızca kıkırdar" diyor. Aldırmayın. İçinizden kendinizi yerlere atıp halıyı yumruklayarak kahkaha atmak geliyorsa, yapın bunu; yararlıdır.
Ölüm için yaşıyor, ölüm için seviyoruz, ölüm için doğurup çalışıyoruz,
işlerimiz ve günlerimiz artık ölümün gölgesinde birbirini izliyor,
uyduğumuz disiplin, koruduğumuz değerler ve yaptığımız projeler,
hepsi tek bir sona karşılık veriyor: ölüm. Ölüm bizi olgunlaştığımızda
toplayacak, bizler ölüm için olgunlaşıyoruz ve küle dönmüş bu dünya
üzerinde olsa olsa bir avuç olacak torunlarımız bizim taptığımız her şeyi
yakarak bize lanet okumaya devam edecekler.
Biz yapmacık figürler kisvesi altındaki ölüme tapıyoruz ama onun
ölüm olduğunu bilmiyoruz, bizim savaşlarımız övdüğümüz şeye
kurban verme savaşı, ölümün şerefine kendimizi feda ediyoruz,
bizim ahlakımız bir ölüm okulu, değer verdiğimiz erdemler ise
ölümün erdemleri yalnızca. Bunun dışına çıkamayız, dünyanın düzenini
değiştiremeyiz, bizi parçalayıp dağıtan şeye dayanamaya,
bizi ezen şeyi sırtımızda taşımaya mahkumuz, bize kalan
tek şey –kendimiz de ölmeden önce ve en son ölenler olmadan–
ya yok olup gitmek ya da öldürmek; yüksek sesle söylüyorum,
üçüncü bir yol imkânsızdır.
Ama yasak bölge bina ve tesislerinin ötesindeki yol üzerinde
olan lokanta şöyle dursun, California Bakım Laboratuvarları’nın
çıkış rampasına bile varamadılar.
Üniformalı bir haberci düzgünce katlanmış beyaz bir kâğıt parçasını
uzatarak onu durdurdu. “Bu sizin için, Mr. Hamilton.
Albay T. E. Edwards size vermemi söyledi.”
Hamilton eli
Hobbitler bir sabah uyandıklarında, Bilbo'nun ön kapısının
güneyindeki büyük çayırın çadırlar için kullanılan ipler ve direklerle
dolu olduğunu gördüler. Yola doğru inen eğime özel bir giriş bölümü
kesilip açılmış, buraya geniş basamaklar ve büyük beyaz bir kapı yapılmıştı.
Çayırın yanında bulunan Çıkınsaçması Sırakovukları'ndaki
üç aile
“Birkaç ay kol bantlarını taktık,” dedi. “Sonra işler yine değişti. Bir gün eve geldiğimde annem artık orada yaşayamayacağımızı söyledi.”
“Bu benim de başıma geldi!” diye bağırdı Bruno, taşınmaya zorlanan tek çocuk olmadığı için mutlu olmuştu. “Fury yemeğe geldi, sonra birden buraya taşındık.
Ve buradan nefret ediyorum!” diye ekledi yüksek sesle. “Sizin evinize de gelip aynı şeyi mi yaptı?”
“Hayır, ama arlık evimizde yaşayamayacağımızı söylediklerinde Krakov’un, askerlerin büyük bir duvarla ayırdıkları başka bir bölümüne taşındık. Annem, babam, kardeşim ve ben tek bir odada yaşamak zorunda kaldık.”