2009'da Viyana valisi, Nietzsche Ağladığında'yı yılın kitabı seçti. Vali her yıl bir kitap seçip yüz bin kopyasını Viyana sakinlerine dağıtır. O kitap eczanelerde, fırınlarda, okullarda ve her yıl düzenlenen kitap fuarında bol bol dağıtılır.
“Aoife'nin Ybarisan kızı ve Malachi'nin Islorian oğlu bir araya gelerek her iki diyara da barış getirecek.”
Bu kitapta hoşuma gitmeyen tek şey serinin geri kalanı yayınlanmadan önce okumuş olmam ve artık beklemek zorunda kalmam. Mecbur İngilizce bulup okuyacağız.
Kitaba gelecek olursak…
Aniden kimseyi tanımadığınız ama herkesin sizi
"Yabancılar, "yabancı", diğer bir deyişle daha kolay yabancılaştırılabilen, yerli toplumun tabi olduğu uyum zorluğunu, bilişsel uzlaşımları ve kendilerine yönelik yorumlamaları dikkate almayan bakış açılarıyla ülke sakinlerine oranla yalnızca daha fazlasını görmekle kalmaz, aynı zamanda bilgi topladıkları kişilerin güvenini daha kolay kazanırlar, zira bu yabancılar kısa süre sonra memleketten ayrılacakları ve bu nedenle söylediklerini kötüye kullanmayacakları için, yerel konuşmacılar daha önce söylemediklerini yabancılara rahatça söylerler."
Pembe götlü insanların al kanlı gözleri
Su içmek içinde olsa kalkarlar
Plazalar ve hibrit evlerinin kuytularından
Haftada iki üç
Tabutlarından çıkar elleri
Beşinci horoz sesine uzanmak bir de
Gırtlaklamak için beyaz yakalarını
Onlar ki fahişeler kentinin sakinleri
Boşalmayan sokakların fedaileri
Köyden şehire gelen dedelerine
Küfürler savurup metrobüs kalabalığında
dönüyorlar beton beton evlerine
Mutsuz ve çaresizler
Eriyen hayalleri gülmeyen yüzleriyle
Tercih ederlerdi
salgın ve maskeyi
Savaş ve cepheye…
Hür Kalacağız 2 (Muhammet AVİNÇ)
Dibe ulaşmak, hiçbir anlam taşımaz. Ne umutsuzluğun dibine, ne nefretin dibine, ne alkole bağlı düşüşün, ne de kibirli yalnızlığın dibine. Ayağını dibe kuvvetle çarparak su yüzüne çıkan dalgıcın aşırı güzel imgesi, gerektiğinde kendine, düşen kişinin her türlü saygıya hak kazandığını hatırlatman içindir: Tanrı'nın bağışlayıcılığı, yiyecek bahşettiği yeryüzü ve gökyüzü sakinlerine ulaştığı gibi, ona da ulaşır. Günahkar adamlar tıpkı balıkadamlar gibi, günahlarının bağışlanması için yaratılmışlardır.
Aslına bakılırsa, araba kazasında yaralanma olasılığım otobüs yanında durmaya oranla daha yüksekti. Beni harekete geçiren, anın deneyimiydi: otobüse yakın olmak bana bombaları düşündürüyordu ve bunlar tatsız düşüncelerdi. Başka bir şey düşünmek istediğim için otobüslerden uzak duruyordum.
Bu deneyimim, terörizmin nasıl işlediğini ve neden o denli etkili olduğunu gösteriyor: bulunabilirlik çavlanını başlattığı için. Medyanın ilgisi ve sık sık sözünün edilmesiyle sürekli pekiştirilen gayet canlı bir ölüm ve hasar imgesi, özellikle de otobüs görüntüsü gibi belirli bir durumla ilişkilendirmişse, epeyce erişilebilir hale gelir. Duygusal uyarım çağrışımsal, otomatik ve kontrol dışıdır; koruyucu eylem için bir dürtü üretir. 2. Sistem belki de olasılığın düşük olduğunu "bilir", ama bu bilgi kendiliğinden oluşan rahatsızlığı ve ondan kaçınma isteğini ortadan kaldırmaz. 1. Sistem'in düğmesi kapatılamaz. Duygu sadece olasılıkla orantısız değil, aynı zamanda gerçek olasılık düzeyine karşı duyarsızdır. İki kentin intihar bombacılarının varlığı konusunda uyarıldığını düşünün. Bir kentin sakinlerine bombacıların pimi çekmeye hazır oldukları söylenmiş. Diğer kentin sakinlerineyse tek bir bombacıdan söz edilmiş. Onların riski yarı yarıya daha düşük, ama kendilerini daha güvende hissedecekler mi?
Mustafa Kutlu'dan düşündüren ve sarsan bir eser daha.Eski Türk filmleri havasında geçen bir bir hikâye düşünün.Karakterlerin özellikleri, olay örgüsü, çevre, mekanlar size o hissi veriyor.Hemen içine çekiyor.
Hayata, insana, çevreye dair derin gözlemler sonucu karakterler özenle işlenmiş.Çevre sorunları, işveren-işçi sorunları, bürokrasi ve
Güneş Devleti sakinlerine kalacak olursa, bizdeki mülkiyet fikri, bizlerin bireysel evlere, kendimize ait çocuklara ve eşlere sahip olmamızdan ileri gelmektedir. Onlara göre bir oğlumuzu zenginliğe ve şan şerefe ulaştırabilmek ve ona mirasçımız olarak fazla fazla mal mülk bırakabilmek için, kamusal varlıkların, malın mülkün haydutlarına dönüşürüz, işte bencillik buna yol açar, kişi kendi ailesi, soyu itibariyla zaten zengin ve güçlü ise bu endişeyi taşımaz; oysa güçleri sınırlı olan ve saygın bir aileden gelmeyen kimse, bu amaçlar doğrultusunda eli sıkı, sinsi, riyakâr, iki yüzlü, sahtekar biri olup çıkar. İşte orada özel mülkiyet olmadığından, bencillik, kendini düşünme özelliği amaçsız, işe yaramaz bir hale geldiği için ortak varlığa kalan artık sadece sevgidir.
Muhtemelen karanlığın gerçek sakinlerine karşı duyulan bu korkudan, zaman içinde gerçekdışı sakinlere duyulan korku gelişecek, görünmeyen sağlam ve güçlü bir dünyada doruğa çıkacaktı. Muhtemelen hayal gücü geliştikçe ölüm korkusu da artacak, sonunda Halk bu korkuyu karanlığa yansıtacak ve onu ruhlarla dolduracaktı. Sanırım Ateş İn sanları karanlıktan bu şekilde korkmaya başlamıştı bile. Bi zim Halk'ın carcar meclislerini kısa kesip deliklerine kaçma sının nedeniyse Kılıçdiş, aslanlar ve çakallar, vahşi köpekler ve kurtlar; yani bütün o aç, et yiyen yırtıcılardı.
Korktuğumuz tek şey karanlıktı. İçimizde filizlenen bir din, kafamızda görülmeyen bir dünyaya dair korkularımız yoktu. Korktuğumuz şeyler gerçek şeyler; somut tehlikeler, kanlı canlı yırtıcı hayvanlar. Muhtemelen karanlığın gerçek sakinlerine karşı duyulan bu korkudan, zaman içinde gerçekdışı sakinlere duyulan korku gelişecek, görünmeyen sağlam ve güçlü bir dünyada doruğa çıkacaktı. Hayal gücü geliştikçe ölüm korkusu da artacak, sonunda insanlar bu korkuyu karanlığa yansıtacak ve onu ruhlarla dolduracaktı..