İşte Avrupa Kafası!
Sultan Abdülaziz Han ve beraberindekiler 1867'de Paris'te yeni imal edilmiş makinelerin görücüye çıktığı sergiyi geziyorlardı. Padişah çember şeklinde cetvel ve önünde asılı kadife kaplı toptan ibaret makine önünde durdu. Günümüz lunaparklarında da görülen, topa atılan yumrukla kol kuvvetinin ölçüldüğü ilkel makineydi bu. Sultan top darbesine göre ibrenin cetvel üstünde hareket ettiği dinamometrenin adını sordu. Fransız yetkili yutkunarak dedi: "Tête Turquie= Türk Kafası!" mevsim yazdı ama buz gibi hava esti. Fransız kaşif "Türk Kafası" adını verdiği makine önünde Osmanlı padişahının duracağını nereden bilebilirdi? Demek Avrupa için Türklerin kafası yumruk atmaya yarardı. Sessizliği yine Sultan bozdu: " Halil Paşa! Göster bakalım şunlara Türk kolunun kuvvetini!" Kayserili Halil Paşa, Abdülaziz Han gibi heybetliydi. " Emriniz başım üstüne hünkarım!" dedi, ceketini çıkarıp gömleğinin kollarını sıvadı. Herkes nefesini tutmuş, olacakları bekliyordu. Halil Paşa Yaradan' a sığınıp öyle bir yumruk savurdu ki, dinamometrenin dağılan yuvarlak ibresi bir Fransız'ın, kopan topu başka bir Fransız'ın, yayları da etraftaki diğer Fransızlar'ın ayaklarının dibine savruldu. Dağılan makine karşısında Halil Paşa alaycı dille dedi: " Bu Türk Kafası değildir sultanım! Olsa olsa Avrupa kafasıdır ki, bir vuruşta darmadağın oldu!"
Charles Baudelaire (9 Nisan 1821 – 31 Ağustos 1867)
“Hep sarhoş olmalı. Her şey bunda, tek sorun bu. Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken zamanın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız. Ama neyle? Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun.”
Reklam
Bizim Özgürlük Anıtı
1854 yılında, Kızıldeniz ile Akdeniz' i birbirine bağlayan Süveyş Kanalı Projesi, Mısır Hıdivi Sait Paşa tarafından, dönemin padişahı Sultan Abdülmecit' e sunulur. Kanalın Mühendisi Ferdinand de Lesseps'le yapılan anlaşmanın bir maddesinde, kanalın Akdeniz' e açılan sahillerinde bulunan "Port Said" liman kentine, fener olarak oldukça büyük bir heykel konulması yazılıdır. Sanatçı heykeli yapmaya koyulur. Heykel o denli büyük olacaktır ki ayakta durması için çelik bir iskelete gereksinim duyulur. Bu görevi de, Eyfel Kulesi' nin mühendisi Gustave Eiffel üstlenir. Kimi kaynaklar, Müslüman bir ülkede böylesine gösterişli bir heykelin huzursuzluk yaratacağı düşüncesiyle yerine konulmadığını yazsa da bu görüşe katıldığımı söyleyemem. 1867 yılında, Avrupa'ya yaptığı seyahat sırasında meydanlardaki heykelleri gören ve hayran olan Abdülaziz'in önünde çok daha somut bir engel vardır: parasızlık ! Borçlanmadan doğan kapitülasyonlar devletin kasasını boşalttığından, heykelin tamamlanması için sanatçıya yapılması gereken ödemelere para ayrılamaz. Bartholdi de çaresizlik içinde heykeli beklemeye alır. Amerika ve Fransa' nın yakınlaştığı bu dönemde, Fransızlar, Amerika' ya bir heykel armağan etmeye karar verirler. Haykel siparişi Bartholdi'ye verilince, sanatçı kolları hemen sıvar ve Türklerin Akdeniz' e koymayı düşündüğü heykelin karşısına geçer; hummalı bir çalışma sonrasında ortaya sol elinde Bağımsızlık Bildirgesi, sağ elinde meşale tutan Özgürlük Anıtı çıkar.. Bizim Özgürlük Anıtının ilk modeli için kitaba bakabilirsiniz :)
Sayfa 64 - İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Marie Curie (1867-1934)
Marie Curie, 1910'da Fransız Bilimler Akademisi'ne üye olmak üzere adaylığını açıkladı. Fransız basını, Marie Curie'ye karşı, "göçmen, Yahudi" (aslında Yahudi değildi) şeklinde bir kampanya açınca, akademiye seçilmedi. Birkaç ay sonra, Marie Curie'nin evli fizikçi Paul Langevin'le ilişkisi, büyük bir skandala neden oldu. Bu dönemde Marie Curie'ye yapılan saldırıların çirkinliği, bugün şaşırtıcı gelir. Marie Curie, evinin önünde toplanan kızgın bir kalabalıktan, büyüğü 14, küçüğü 7 yaşındaki iki kızıyla apar topar kaçmak zorunda kaldı. Tam o sırada, İsveç Akademisi, Marie Curie'ye bir kere daha, bu defa kimya dalında Nobel verdiğini açıkladı. Ancak akademi aldığı karardan ötürü korku içindeydi. Marie Curie'ye yazdıkları mektupta, Langevin skandalı nedeniyle İsveç'e gelmemesini tavsiye ettiler. Marie Curie cevabında "ödülün kendisine polonyum ve radyumu bulduğu için verildiğini" hatırlattı ve İsveç'e geleceğini bildirdi: "Bilimsel çalışmamla özel yaşamım arasında bir bağ olduğuna inanmıyorum." Marie Curie, 1934'te radyoaktivite üzerine yaptığı çalışmalar nedeniyle kansere yakalanıp lösemiden öldüğünde, bu skandal artık unutulmuş, o da tarihteki yerini almıştı.
İngiltere'de 16. yüzyıldan başlayarak gelişen önemli iktisadi ve toplumsal süreçlerin etkisini siyaset alanında da görüyoruz. Kralın mutlak egemenliği, istediği zaman koyduğu vergiler ve bazı gruplara tanıdığı ayrıcalıklar, kapitalist gelişmeyi engellemeye başlamıştı. Sanayici, tüccar, özgür köylü ve zanaatkarlar siyasi iktidarda söz sahibi olmak, parlamentonun kralın danışma meclisi niteliğinden çıkarılıp, uygulamalarını da sınırlayabilecek etkin bir meclis olmasını istiyorlardı. 1642'de kralcılar ile parlamentocular arasında iç savaş başladı. Soylu feodal toprak sahipleri ile imtiyazlı Londra tüccarı kralın tarafındaydı. 1646'da kralcılar yenildi ve 1649'de I. Charles asıldı. Epey bir karışıklık döneminden sonra 1657'de anayasal monarşi kuruldu ve parlamento, kralı seçmeye başladı. Kralın bütçesi ile kamu harcamaları bütçesi birbirinden ayrıldı ve kralın bütçesi parlamentoda onaylanmaya başlandı. Bu uygulamanın süreklilik kazandığı 1688, İngiliz tarihinde "Kansız Devrim" olarak anılır. Çünkü bu tarihten başlayarak soylu toprak sahipleri ile burjuvazinin ittifakı söz konusudur. Bundan sonra ticaret ve sanayinin gelişmesini engelleyen pek çok feodal yasa ve kısıtlama yavaş yavaş kaldırıldı. 1830'lardan başlayarak seçim reformları yapıldı ve ilk kez 1867 reformundan sonra sanayici ve tüccar temsilcileri doğrudan hükümette görev alabildi.
Sayfa 160Kitabı okudu
İstanbul’da halka açık deniz hamamları, kadınlar ve erkekler hamamı olmak üzere ikiye ayrılmıştı. İki hamam arasında, seslerin duyulmayacağı kadar bir mesafe olma koşulu vardı. 1867 yılında İstanbul kıyılarındaki hamamların sayısı 62’yi bulmuştu. Erkek hamamlarında bir kahve ocağı bulunur, burada çay, kahve, limonata, gazoz satılırdı. Sarhoş gelenler kesinlikle hamama alınmazdı. Hamamların içinde herkesin kullandığı localarda soyunanlar bir kuruş, özel localarda soyunanlar ise iki kuruş ücret öderlerdi. Kadınlar hamamı ile erkekler hamamı arasında polis sandalı aralıksız devriye gezerdi.”
Reklam
429 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.