Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
"Türklük diye bir şey var, gerekirse ölünür uğruna." Böylesi güzeli olur mu ölümün?
Sayfa 116Kitabı okudu
Bu topraklarda yaşayan yediden yetmişe herkesin, hepimizin Türk olduğumuzu, katıksız Türk olduğumuzu; bu toprakların öz malımız olduğunu bilmemiz lazım. Kafamızın bu bilgiye yatması, bu bilgi ile birleşmemiz lazım. Şuurlanmak, bu demek!
Sayfa 109Kitabı okudu
Reklam
“Ve şimdi burada sana yazılı bir cevap vermeyi deniyor olsam da, bu fazlasıyla eksik kalacaktır.” “Ben eskiden senden saklanıp odama, kitaplara, çılgın arkadaşlara, aşırı fikirlere sığınırdım; seninle asla açık konuşmadım.” “Ve senin için parmağımı bile kıpırdatmazken, yabancılar için her şeyi yapıyorum.” “Ama tıpkı senin gibi, ben de tümüyle suçsuzum.” “Senin etkinden tamamen bağımsız yetişmiş olsaydım bile, büyük ihtimalle senin gönlüne göre bir insan olamayacaktım.” “Sonunda sustum, önceleri belki inattan, daha sonra ise senin karşında ne düşünebildiğim ne de konuşabildiğim için.” “Senin hoşuna gitmeyen bir şey yapmaya başladığımda ve sen bana başarısızlığa uğrayacağımı söyleyerek gözdağı verdiğinde, senin fikrine duyduğum saygının derinliği, belki daha ilerdeki bir zaman için bile olsa, başarısızlığı kaçınılmaz kılardı. Kendi eylemime duyduğum güveni kaybettim.” “Daima kaçışı, çoğunlukla içsel bir kaçışı düşünen, somurtkan, dikkatsiz, itaatsiz çocuklar olduk.” “Bana bir kere bile gerçekten vurmadığın da doğru. Ama bağırman, yüzümün kızarması, pantolon askılarını telaşla çözmen, bunların iskemlenin sırtında hazır beklemesi benim için neredeyse daha da kötüydü. Sanki birinin asılması gibiydi. İnsan gerçekten asılırsa ölür ve her şey biter. Ama asılması için yapılan bütün hazırlıkları yaşamak zorunda bırakılır ve ancak ilmek yüzünün önünde sallanırken affedildiğini öğrenirse, bütün hayatı boyunca bunun eziyetini çekebilir.”
Baş eğmez, baş eğdirilemez yapıları ile sayılarına, güç lerine aldırmadan bütün acuna, bütün uluslara kafa tutarlar. Can Boyunları eğilme kabul etmez. Kolları bağları reddeder. Yok la- olmayacaklarını, unutulmayacaklarını, yaptıklarının acun dur- dukça anlatılacağını bildikleri için korkusuzca saldırırlar yaşa- ma. Yaşam onlardan çekinir yaşarken. Özgür yürekleri alabildiğine direnir her şeye. Başkaldırı karakterleridir ki bir tek Göke eğilirler. Sağ dizlerini yere vurur, baş keserek esenlerler Gök'ü. "Yerde sağlam ve dik duruyorsam, yer beni kabul ettiyse, senin sayendedir!" Destanlar yaratırlar yiğitlik üzerine.
Sayfa 7 - Efsus
Mustafa Kemal henüz Anadolu toprağına ulaşmadığı ve İstanbul’da bulunduğu için milli hareket de henüz önderini ve sloganlarını bulmamıştı. Fakat memleketin toprağı bir şeylere gebeydi!…
Zafer sarhoşluğunun başladığı yerde, zafer tehlikeye girer.
Reklam
Tarihin kendilerine bir misyon bağışladığı ve ruhlarından bu misyonu duyan nadir insanlar, vakti gelince ve şartlar emredince tehlikenin üstüne işte böyle giderler ve kara tarihe böyle : -Seni yeneceğim!
1940'ların Sonları ve Atsız: 1948 sonlarında Atsız, Yeni Sabah gazetesine yazılar da yazmıştır. 03 Ocak 1949'da İsmail Hakkı Yılanlıoğlu'na yazdığı mektupta şöyle diyor: ( Bu mektup, Hacaloğlu'nun Atsız'ın Mektupları kitabında yoktur.) "Ben 15 aydır Yeni Sabah gazetesine yazı yazıyorum. Haftada bir yazı koyuyor ve
Tanrı Türk'ü yenilmek için değil, yenmek için yaratmıştır.
09 Eylül 1946 tarihinde Atsız, mahkemeye bir dilekçe göndererek Cihat Savaşfer'in ifadesinin işkenceyle alındığını, işkence yerlerinde mahkemenin teftiş yapması gerektiğini bildirmiş, ancak hâkimler bu talebi reddetmişlerdir (Küçükalcan 2016a: 223). Dava 29 oturum sürmüş ve 31 Mart 1947'de sona ermiştir. "Duruşma hâkimi Albay Şevki Mutlugil'in okuduğu karar özetinde 3 Mayıs 1944'te yapılan ve davaya mebde olan nümayişin, Ankara gençliğinin sırf milli duygularından doğduğu" belirtilmiş ve "bu nümayiş, millî bir ideolojinin, milli olmayan bir ideolojiye karşı tepkisinden ibarettir." denilmiştir. Kararda hükümet darbesi kastının bulunmadığı, "mantıken de buna imkân olmadığı" ve iddiaların aksine sanıkların "millî bir gaye için çalıştıkları” belirtilerek hepsinin beraat ettikleri belirtilmiştir (Deliorman 2013: 80). 01 Eylül 1947 tarihinde Arif Türkdoğan'a yazdığı mektupta davanın bitişiyle ilgili olarak Atsız şunları söylüyor: "Gerçi beraat ettik. Fakat dâva henüz bitmedi. Biz 17 Mart'ta beraat etmiştik. Sıkıyönetim Kumandanlığı, bu beraat kararını 24 Nisan'da temyiz etti. Askeri Yargıtay henüz bir karar vermedi." (Hacaloğlu 2013: 34).
Reklam
Irkçılık-Turancılık Davası ve Dış Politika: Hem sanıklar, hem de birçok araştırıcı, Irkçılık-Turancılık Davası'nı, hükümetin dış politikasıyla ilişkili saymışlardır. Reha Oğuz Türkkan, yabancı araştırıcıların ve basının bu yöndeki görüşlerini aktarır: "Prof. Edward Weisband, 1974'te yayınlanan '2. Dünya Savaşında İnönü'nün
“Ben taş devrinde Türk, tunç devrinde Türk, altın devrinde Türk olmak isterdim. Bütün hilkat devirlerinde Türk, devirsiz hayatlarda Türk, hayatsız devirlerse Türk!… Türk doğmak, Türk ölmek! Türk, Türk, Türk!..”
Öner ve Yücel Davası: 31 Mart 1947'de Atsız, Zeki Velidî ve arkadaşlarının beraatıyla sonuçlanan Irkçılık-Turancılık Davası'nın yankıları 1947 yılında başlayan Öner ve Yücel Davası ile devam etmiştir. Dava, 29 Ocak 1947'de İçişleri Bakanı Şükrü Sökmensüer'in TBMM'deki bir konuşması ve Fevzi Çakmak'ın 05 Şubat
3 Mayıs 1944 testiyi getirene falaka, kırana ödül kabilinden bir davadır.
Siz yalnız komünistleri Bakanlığınızda beslemek, uğradıkları hücumlara karşı onları müdafaa etmekle de kalmadınız. Bakanlığınızın telkinleriyle milliyetçilik belâsına başlarını soktuğunuz tam 23 genci İspanyolların engizisyonuna rahmet okutacak işkencelerle ezdirdiniz, harap ettiniz ve hırpalattınız...
Ya kendi kusurların?
Ey ehl-i İslâm ve irfan! Din kardeşlerinin ayıplarını, kusur ve hatalarını sayıp dökmekte, bakıyorum ki çok mahirsin. Acaba bir o kadar veya onun yarısı kadarı olsun kendi ayıplarını, kendi kusur ve yanlışlarını, isabetsiz hareketlerini, seni dinleyenlere aynı iştiha, aynı maharetle sayıp döktün mü? Korkarım ki, zulmetmiş olabilirsin.
1.500 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.