bankta otururduk, bir tuhaflık vardı bu bankta. oturma yeri çok yüksekti, yerden bir hayli yüksekte. biz iki yetişkin tüm ağırlığımızla oturduğumuzda bile ayaklarımız zar zor değerdi yere. orada oturmuş bacaklarımızı sallarken, bunun açıklaması ne olabilir diye düşünür, uygunsuzluğu o kadar komik gelirdi ki gülmekten kendimizi alamazdık. sabahın sekizinde orada bulunmadığımız için ufaklıkların ne yaptığını hiçbir zaman göremedik. şimdi oradan geçerken çoğu zaman ikimizi o bankta oturmuş, sanki sonsuza dek bacaklarımızı sallarken görüyorum.
“O kadar istedim ki gerçek bir duyguyu içimde hissetmeyi! Eğer pişmanlık hissedersem devamı da gelir, diyordum kendime. Sevmeyi bile öğrenebilirim yeniden, diyordum. Yeniden bir insan olabilirdim. Ama şimdi anlıyorum ki benim için artık çok geç. Ne bir pişmanlık duyuyorum ne de gözpınarlarım ıslanıyor. Hiçbir şey hissetmiyorum. Hiçbir şey…”
Yersiz yurtsuz yaşadım ömrüm boyunca. Kendim tutunamayınca kimsenin bana tutunmasına da izin vermedim…
Birbirimize tutunamadık, çarpıştık sadece, değdik ve uzaklaştık.
‘Her birimiz birer kahraman değil miyiz? Birimiz yumurtacıyız, birimiz kunduracı. Sen de çocuklara şekerli simit alıyorsun. Biz nasıl birer Robinson olabiliriz?’