Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

ÜNVER YAZICI

Büyük yürekli Fabricius bu soylu düşünceyle söylemişti bu sözü: 'Kendim zengin olmaktansa, zenginlere baş olmak isterim. Bir halkın acıları, iniltileri ortasında keyif sürmek krallık değil, zindan bekçiliği etmektir.'
Sayfa 30 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Reklam
Evlen Çocuklar - (Tanrı'nın izniyle) - bana ilgi gösteren sürekli bir yol arkadaşı (& yaşlılıkta da dost) - sevilen ve birlikte oynanacak bir nesne - her durumda bir köpekten daha iyi - ev ve evle ilgilenecek biri - müziğin cazibesi & ve kadın muhabbeti - Bunlar kişinin sağlığı için iyi şeyler, ama korkunç zaman kaybı. Tanrım, kişinin tüm hayatını bir cinsiyetsiz arı gibi çalışarak, çalışarak ve sonunda hiçbir şey olmadan geçirdiğini düşünmek dayanılır gibi değil. - Hayır, hayır, yapılmaz. - Birinin bütün gününü dumanlı, kirli London House'da tek başına geçirdiğini düşünsene. - Kendine bir kanepede, güzel bir ateş, kitap ve müzik eşliğinde güzel, yumuşak bir eş hayal etmen yeter. Evlenme İnsanın istediği yere gitme özgürlüğünün olması - Sosyal ortamların tercihi olmak ve bunun bir parçası olmak. - Kulüplerde akıllı adamlarla sohbet etmek - Akraba ziyaretleri ve her boş konuşmaya katılma zorunluluğunun olmaması. - Çocuklar için masraflar ve endişeler - belki kavga - zaman kaybı - akşamları okuyamamak - şişmanlamak ve aylaklık - kaygılar ve sorumluluklar - kitaplara ve benzeri şeylere daha az para ayırmak - çok sayıda çocuk olursa hepsi için ekmek parası kazanma zorunluluğu (o durumda da çok fazla çalışmanın insanın sağlığını kötü etkilemesi) ve benzeri şeylerle uğraşmaya mecbur kalmamak. Belki de karım Londra'yı sevmez; o zaman cezam sürgün ve tembel, aylak bir aptala dönüşmek olur.
Sayfa 167 - Eksik ParçaKitabı okuyor
"Bizim küçük Suomi'mizin toprakları daha fazla genişleyemez. Ben geniş topraklara uzanan, büyük bir Suomi'yi zaten istemiyorum. Benim isteğim değerli vatandaşlarımızın sayısının artmasıdır. İki milyonluk halkımızın gelişmiş, eğitimli, dürüst, hem kendi yaşamının hem de toplumsal yaşamın mimarlığını yapabilecek insanlardan oluşmasını istiyorum."
Sayfa 73 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
... Söylesenize, insanların kötülük yapmasının gerçek çıkarlarını bilmemelerinden ileri geldiğini ilk ortaya atan kimdir; aydınlanan insanın gerçek çıkarını görünce, kötülük yapmayı hemen bırakıp iyi ve onurlu biri olacağını, çıkarının sadece iyilik yapmakta olduğunu anladığı ve hiç kimse de kendi çıkarına aykırı davranmayacağı için hep iyilik yapmak zorunda kalacağını ilk kim uydurdu?...
... "Doğa size danışmaz; beğenmediğiniz, şahsi istekleriniz ona vız gelir. Tabiatı olduğu gibi, bütün sonuçlarıyla kabul etmek zorundasınız. Duvar, duvardır vs. vs."...
Reklam
İnsanlar niye akıl sahiplerini dinlemez, niye herkes kendi küçük aklını beğenir, niçin aklın da vücut gibi geliştirilecek bir şey olduğunu bilmez, bir türlü anlayamam. Birisine deseniz ki "İdil Biret gibi piyano çal!" Hemen "Çalamam!" cevabını verir. "Niçin?" dersiniz. "Ama o bu işe ömrünü vermiş, çalışmış" der. Ya da bir boksörün karşısına çıkmasını, bir halterciyle yarışmasını önerseniz, aynı şekilde haddini bilen yanıtlar verir size. Kasları daha gelişmiş olanlarla rekabet etmez. Ne var ki aynı mantığı, düşünce alanına uygulayamaz. Ömrünü kitaba, düşünmeye, bilime adamış olanların beyninin daha gelişmiş olabileceğini kabul etmez. Çünkü beynin kasları görünmez. Bu yüzden de kendisini düşünürlerle, filozoflarla bir tutar. Bunun sonucu olarak da her şeyi kendi küçük aklıyla çözmeye çalışır. "O onun fikri, bu da benim fikrim!" der. "Herkesin fikri kendine!" klişesini tekrarlar.
Sayfa 370Kitabı okudu
... Günümüz Türkiyesi de manevi bir savaş alanı gibi. İnsanı insan yapan onur, namus, dürüstlük, olgunluk, zarafet, kültür gibi değerler hızla aşınmakta. Aşınmayı bırakın bu değerler ağır bir bombardıman altında. Sanki etkili ve yetkili birileri, özel olarak bu ülkenin kültürünü, ahlâkını, namusunu bozmakla görevlendirilmiş. İşgal ordularının yapamayacağı tahribatı bunlar yapıyor. Çocukları kültür düşmanı, cahil, görgüsüz kimseler olarak yetiştirmek için büyük çaba sarf ediyorlar. Ve ne yazık ki amaçlarına doğru adım adım ilerlemekteler. Herkesin kendine sorması gerekiyor: Bu dönemde ben ne yapıyorum?
Sayfa 188Kitabı okudu
... Ve Türkiye Cumhuriyeti'nin yeni kuşakları Mustafa Kemal Paşa'nın umutlu rüyasını, bir karabasana dönüştürdüler.
Sayfa 154Kitabı okudu
İki tip insan yaşıyor bu ülkede: Düzenden yararlanarak köşeyi dönmek isteyenler ve gidişattan acı duyarak, toplumu değiştirmeye çalışanlar. Birinciler hiçbir şeyden rahatsız değil! Ne televizyon ekranlarındaki barbarlıklar ne müzik zevkinin yerlerde sürünmesi ne de ayakların baş, başların ayak yapılması etkiliyor onları. Hayatlarından memnunlar! Çökmekte olan Babil Kulesi'nin bir çürüme basamağına tutunmuşlar, vur patlasın çal oynasın, günlerini gün ediyorlar. Toplumun zevkini geliştirme, niteliğini yükseltme, kibarlık, nezaket, insanca yaşam, onur, merhamet, olgunluk gibi kavramlara uzaklar. Yaşamlarının amacı, daha çok yeme, daha çok içme, daha zengin giyinme, daha çok seks yapma, daha çok hava ve göbek atma olarak özetlenebilir. Bir de köşelerine çekilmiş insanlar var. Acı duyuyorlar. Her haber seyredişte, her gazete okuyuşta "Bu ülkeye ne oldu böyle?" diye düşünüyor, yarınlardan kaygılanıyor ve içinde büyüdükleri Türkiye'yi tanımakta güçlük çekiyorlar. Aslında azımsanmayacak sayıdalar ama sesleri çıkmıyor. Kimse onları ekranda göstermiyor, fikirlerini sormuyor.
Ne yaparsan yap, ama adalıların rüyalarını çalmaya kalkma. Bir umuda bağlanmak isteyen komşularına bunun yalan olduğunu söyleme, kimseyi gerçekçi olmaya çağırma. Çünkü bunalan insanların, yalan bile olsa bir umuda sığınma ihtiyaçları, gerçeği söyleyenlerden nefret etmesine yol açıyor. Aradan bir süre geçip haklı çıksan bile bir şey ifade etmiyor bu. Çünkü o zamana kadar başlangıçtaki koşulları unutmuş oluyorlar.
Sayfa 151Kitabı okudu
Reklam
... Az gelişmiş ülkelerin tek seçeneği, geliri ve ihracatı yükseltmek için belirli ürün türlerinin ve madenlerin üretimini artırmaktı. Bu yaklaşımdaki sorun, üretimin artmasıyla fiyatların düşmesi, gelirin azalması, yalnızca birkaç çeşit mala bağımlı kalınması ve hassasiyetin artmasıydı. Bu dengesiz kalkınmanın sonucu, giderek artan bir adaletsizliğin yaşandığı bir dünya oldu. Sanayileşmiş ülkeler, ellerinde bulunan kaynakların sınırlaması olmadan yaşayabiliyordu. Sanayi üretimi için hammaddeleri hazırdı, hızla artan nüfusu besleyecek gıdalar ithal edilebiliyordu. Bu imkanlar, tüketimdeki büyük artışın ve dünyada görülmemiş en yüksek maddi standartların temelini oluşturuyordu. Bu gelişmelerin bedelinin büyük bölümü sömürü, yoksulluk ve acı biçiminde, dünyanın geri kalan halkları tarafından ödeniyordu. Giderek artan bu adaletsizliğin yarattığı çevre sorunları da zenginler ile yoksullar arasında eşit dağılmadı. Bugün yaşadığımız çevre sorunları ancak, 1500 yılından bu yana dünya ekonomisinin yarattığı yapı incelenince anlaşılabilir. (Ponting C., Dünyanın Yeşil Tarihi, s. 241)
Goethe, Humboldt'u "altlarına yalnızca teknelerimizi yerleştirelim diye kendisinden akıntıların tazelenerek ve sonsuza dek aktığı pek çok fışkıran suyu olan bir pınar" ile karşılaştırmıştı. Bu pınarın hiç kurumamış olduğuna inanıyorum.
Sayfa 429Kitabı okudu
... Bolívar yurttaşlarına ormanlardan, nehirlerden ve dağlardan bir şeyler öğrenmeleri gerektiğini hatırlatıyordu. "Andlar'ın yüce bölgelerini ve Orinoco'nun yanan kıyılarını içeren ülkemizin doğasının tam ortasında, eylem için önemli rehberler de keşfedeceksiniz" diyordu Bogotá'daki kongreye. "Onları yakinen inceleyin, ondan bir şeyler öğreneceksiniz" diye teşvik ediyordu, "bu, Kolombiya halkının mutluluğu için yasalaşması gereken şeydir." "Doğa" diyordu Bolívar, "insanın yanılmaz öğretmenidir."
Sayfa 221Kitabı okudu
... Hangi milliyet, renk veya dinden olursa olsun tüm insanlar tek bir kökten geliyordu. "Coğrafya ve iklim koşullarına farklı şekilde uyum sağlayan, ama bununla birlikte ortak bir türün özelliklerini gösteren bitki ailelerine çok benzer şekilde, insan ırkının mensupları da bir aileye ait" diye açıklıyordu Humboldt. "Tüm insanlar eşittir" diyordu, "ve hiçbir ırk diğerinin üzerinde değildir; çünkü hepsi benzer şekilde özgürlük için tasarlanmıştır." Doğa, Humboldt'un öğretmeniydi ve doğanın sunduğu en büyük ders bu özgürlüktü. "Doğa, özgürlüğün etki alanıdır" diyordu; çünkü doğanın dengesi, karşılığında siyasi ve ahlaki hakikat için kılavuz olarak alınabilecek çeşitlilikle yaratılmıştı. En küçük yosundan, böcekten fillere veya yüksek meşe ağaçlarına kadar her şeyin bir rolü vardı ve birlikte bunlar bütünü oluşturuyorlardı. İnsanlık yalnızca bunun küçük bir parçasıydı. Doğanın kendisi bir özgürlük cumhuriyetiydi.
Sayfa 154Kitabı okudu
... Babam sık sık, disiplinli yaşamanın özgürlüğü azaltan değil, çoğaltan bir şey olduğunu söylerdi. Disiplinin hayatı düzenleyen, serbest zamanı artıran, başkalarına engel olmadan serbestçe yaşamanın yolunu açan bir şey olduğunu anlatırdı. Kuşkusuz, doğruluk payı çok olan görüşlerdi bunlar.
Sayfa 413Kitabı okudu
... Ama sonra "Edebiyatın gücü de buradan geliyor" diye düşündüm. "Tolstoy da kitap yazdı, Adolf Hitler de. Sorun yazıda değil, kimin ne amaçla yazdığında. Tanrı bile kendini yazıyla anlatıyor. İyi ama yazının icadından önce Tanrı yok muydu?"
Sayfa 368Kitabı okudu
Reklam
... Işte böyle oluyordu. Yazı insanın hayatını karartabilir, onu suçlu gibi gösterebilir, hatta onu mahvedebilirdi. Aynı şeyi bir belgesel görüntü yapamazdı mesela. Çünkü onu seyreden insanlar, bu buluşmadaki sıradanlığı, yüz ifadelerini, dostça şakalaşmaları görebilir ve her şeyin masum bir buluşmadan kaynaklandığını anlayabilirdi. Ama yazı insanların düş gücünü harekete geçirip, en masum hareketlere olmadık anlamlar yüklemesine sebep oluyordu. Gazetelerin ve polisin elindeki en korkunç, en yıkıcı güç de buydu.
Sayfa 368Kitabı okudu
... Humbolt, bununla birlikte, insanoğlunun doğanın güçlerinin nasıl çalıştığı, tüm bu bağlantıların nasıl bir araya geldiğini anlaması gerektiği konusunda uyarılarda bulunuyordu. Insanlar doğal dünyayı kafalarına göre değiştiremezdi. " İnsan ancak doğaya göre hareket edip onun yasalarını anlayarak güçlerini kendi kullanımı için temellük edebilir" diye yazacaktı daha sonra. "İnsanoğlunun, çevreyi yok edecek gücü vardı ve bunun sonuçları yıkıcı olabilir" diye uyarıyordu.
... Evren kendi başına anlamsız bir atom çorbasıdır. Hiçbir şey kendiliğinden güzel, kutsal ya da seksi değildir ama insanların hisleri öyle kılar. Kırmızı bir elmayı cezbedici, dışkıyı iğrenç yapan sadece insanın hisleridir. İnsanın hislerini çıkarınca geriye sadece bir tutam molekül kalır.
Sayfa 270Kitabı okudu
İlkel bir avcı toplayıcı gayet iyi bilirdi yediği şeyin kaynağını (kendi toplamıştı), çarıklarını kimin yaptığını (az ilerde uyuyordu) ve emeklilik fonunun ne yaptığını (çamurda oynuyordu; o zamanlar insanların tek bir emeklilik fonu vardı ve adına da "çocuk" deniyordu). Ben bu avcı toplayıcıdan daha cahilim.
Sayfa 210Kitabı okudu
... Cevaplayamadığınız soruların faydası, sorgulayamadığınız cevapların faydasından fazladır genellikle.
Sayfa 195Kitabı okudu
... İnsanlar dünyaya yayılıp bitki ve hayvanları evcilleştirdiğinde, ilk şehirleri kurduğunda ya da yazı ve parayı icat ettiğinde günümüz din ve milletlerinin hiçbiri yoktu ortada. Ahlâk, sanat, maneviyat ve yaratıcılık dediğimiz şeyler genlerimizi işlenmiş evrensel insan becerileridir. Doğdukları yer de Taş Devri Afrikası'dır. Bunları Çin'in Sarı İmparatoru'na, Platon dönemi Yunanistan'ına ya da Hz.Muhammed devri Arabistan'ına atfetmek densizce büyüklenmektir sadece.
Sayfa 174Kitabı okudu
Reklam
Bir doz alçakgönüllülük, insan aptallığına iyi gelebilecek potansiyel bir çaredir. Milli, dini ve kültürel gerilimler insanların kibirli bir şekilde kendi millet, din ve kültürlerinin dünyanın en mühimi olduğunu, dolayısıyla kendi çıkarlarının diğerlerinden ya da genel olarak insanlığın çıkarlarından önce geldiğini düşünmesinden kaynaklanıyor. Milletleri, dinleri ve kültürleri bu dünyadaki asıl yerleri konusunda biraz daha gerçekçi ve alçakgönüllü düşünmeye nasıl sevk edebiliriz?
Sayfa 171Kitabı okudu
... Ancak uzun vadede tarihin ne yönde seyredeceği belli. On bin yıl önce insanlık sayısız münferit kabileye bölünmüş durumdaydı. Geçen her bin yıl bu parçalar daha büyük yığınlar meydana getirecek şekilde iç içe geçti ve birbiriyle bağlantısı bulunmayan medeniyetler giderek azaldı. Kalan birkaç medeniyet de tek bir dünya medeniyetine dönüşecek şekilde kaynaşıyor.
Sayfa 104Kitabı okudu
Her evresiyle düşünülmüş, hazırlanmış, yönetilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekât Türk ordusunun, Türk subay ve komuta heyetinin yüksek güç ve kahramanlığını tarihte bir daha belirleyen çok büyük bir eserdir. Bu eser, Türk ulusunun özgürlük ve bağımsızlık düşüncesinin ölümsüz anıtıdır. Bu eseri yaratan bir ulusun çocuğu, bir ordunun başkomutanı olduğum için sonsuza kadar mutlu ve bahtiyarım. NUTUK, MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Sayfa 456Kitabı okudu
Bedenlerinden, duyularından ve fiziksel çevrelerinden uzaklaşan insanların yabancılaşma ve kafa karışıklığı yaşaması muhtemel. Âlimler bu tür hisleri genellikle dini ve milli bağların zayıflamasına bağlar ama bedenle ilişkinin kaybı muhtemelen daha önemli bir etken. İnsanlar milyonlarca yıl din ve milliyet olmadan yaşadılar; muhtemelen 21. yüzyılda da bunlarsız mutlu mesut yaşayabilirler. Fakat bedenleriyle bağlantısı kopmuş bir şekilde mutlu mesut yaşayamazlar. Kendi bedeniniz içinde rahat hissetmezseniz dünya üzerinde de rahat hissedemezsiniz.