"İnsandan ne olmasını isteyebilirsiniz. Ona servet sahibi olmasını, sevmesini, gaddarlaşmasını, cinayet işlemesini, kendini feda etmesini söyleyebilirsiniz. Ama öz saygıya sahip olmasını istemeyin ondan. Hemen sizden nefret etmeye başlar."
Birine âşık olmak için yaşaması mı lazım?
Sadece kanlı canlılara, akıllı uslulara, dengi dengimize mi
âşık oluruz; yoksa aşk, zamandan, mekândan, imkândan hatta
i.nsandan bağımsız, bizim besleyip büyüttüğümüz, söz dinle-
mez, hesaba gelmez bir tutkunun adı mıdır?
Vuslat mıdır o tutkuyu aşk yapan, vuslatsızlık mı daha
çok?. ""
Aşk, "mutluluğa kapılar açtıkça" mı alevlenir; yoksa acılar,
hasretler, hatta zulümler doğurdukça mı şehvetinden?
Ferhad ile Şirin'i, Leyla ile Mecnun'u, Romeo ile Juliet'i efsaneleştiren, imkânsız bir sevdayı göze alıp kavuşamama bahtsızlıkları değil midir?
Vuslata erip bahtiyar olsalar, bir yastıkta kocasalar, mutluevliliklerinin öyküsünü dinler miydik asırlar boyu?
Sakın yakınlaştıkça kaybolan bir serap olmasın aşk?
Haddeden geçmiş nezâket yâl-ü bâl olmuş sana,
Mey süzülmüş şişeden ruhsâr-ı âl olmuş sana.
İmbikten süzülen şarabın, yarin yanağında kızardığını
anlarsınız ama o kadardır işte.
Çünkü sevgi, düşte olduğu sürece güzel sayılır. Öbürü bayağılıktır.
Sürgünde Dostoyevski, hapishanede bir köpekle, insan ilişkileri üzerine gözleme dayalı bir deney yapar."Köpeği takibe alır ve yanından geçen her mahkumun onu tekmelediğini gözlemler. llginç olan şey, köpeğin mahkumlardan
kaçmaması ve yanına bir mahkum
yaklaştığında eğilerek tekme
pozisyonu almasıdır. Köpeğin
yanından geçen her mahkum köpeği tekmelemekte ve köpek buna birtepki vermemektedir. Dostoyevski de, bir gün köpeğe yaklaşır ve onun başını okşamaya başlar. Köpek bir sÜre şaşkın şaşkın ona baktıktan sonra, hızla yanından uzaklaşır ve acı acı havlar.Önüne gelen mahkumun
tekmelediği köpek, o günden sonra
nerede Dostoyevski'yi görse ondan
kaçar ve ona bir daha asla yaklaşmaz."Bu durum bize her zaman kötülük görenin sevgiyi gördüğünde ona uyum sağlamakta zorlanacağınıhatta oradan kaçacağını gösterir.Herkesin huzursuz ve
şikayetçi olduğu günümüzün belki de en büyük sorunu budur. Sevgisizlik ve kötülüğü hak görme.
Dostoyevski
Allah her şeyden haberdardır, sanmayın ki size yapılanhaksızlığa kayıtsız kalıyor. O, size bir annenin evladınayaklaştığı merhametten daha fazla merhamet duyandır.Duanın karşılığını takip etmeden “Allah de ötesini bırak”.Kul Rabb’ini imtihan etmez. O’na tevekkülle yaklaştığındarahmetini tüm hücrelerinde hissedeceksin.***Karşında o kadar çok maskeli insan var ki onları tanımak içinyoruluyorsun. Şayet dikkat edersen güzel olan bir şey var; osenin hakkını aldıkça, sen onun sevaplarından kazanıyorsun.O halde kaybettim diye üzülme, biraz daha derin bakarsan,aslında kazandığını fark edeceksin!.
“Yaşamak, görmek, bilmek istiyorum bu bahçede. Göz ucuyla izlediğiniz bir kedi kadar neşeli oldunuz mu hiç? Sıcacık sarı kürkünüz, uzun havadar kuyruğunuz ve gereksiniminiz olan her şeyin müziğini işiten kulaklarınız var mı? Siz hiç, bir baltaya sap olamamış kedi gördünüz mü? Göremezsiniz çünkü kediler öyle düşünmez. Biz, insan evlatlarına, ağaçlardan yonttukları baltaların sapları olmayı öğretiriz. İnsanları baltalaştırmayı severiz. İnsanı insanla keser, parçalarız.”
Zamanımızda "başarı" denilen "virüs" öylesine yayıldı ve
herkesin içine yerleştirildi ki.. İnsanları, böyle bir yaşamın
tersinin mümkün olduğuna bile inandırmak güçleşiyor. .
Sanki "başarılı olmak" gereği her zaman ve herkes için geçerliymiş gibi alglanıyor. . Artık günümüzün romancıları, Şairleri, düşünürleri, bilim adamları bile "başarı" peşinde koşuyorlar.
Herkesi, Amerikalıların kafalarımıza soktuğu "kazanan"
ve "kaybeden" kavramlarına göre yargılyoruz.
Peki Yunus Emre başarılı olmak için mi yazmıştı şiirlerini,
Mevlânâ sema dönerken "başarı" peşinde miydi?
Çarmıhta can veren İsa kazanan mıdır, kaybeden mi?
Ne demişti peygamber: "Her şeyi kaybeden, her şeyi kaza-
nır!"
Oysa hiçbir "başarı" küçük bir kız çocuğunun gülüşünde-
ki mutluluğu yaratamaz. Hiçbir "ün" baharın ilk günlerinde
omzunuzu ısıtan güneş kadar değerli değildir.
Bir insanı sevmenin derinliği, hiçbir iktidarla kıyaslana-
maz. Mutluluk, insanın kendi yaşamında. . Küçük görülen,
horlanan insani ilişkilerinde ve doğayla uyumunda.
"Başarı" isteyen, "iktidar" için çırpınan, "şöhret" için aklını oynatan insanlar. Buyurun devam edin. Aynı trende yolculuk etmiyoruz.
Sevgili Dorp, ben kendisi dışında kimseyi küçük görmeyen
ve dünyayla barışık olmak dışında hiçbir şey istemeyen biriyim. Sonucunu önceden tahmin edemeyeceğim bir işe girişmekten de her zaman çekinmişimdir. Bir avuç önyargılı ve cahil insandan gelecek düşmanlık ve iftiraların giderilemeyeceğini, hatta daha çok alevleneceğini biliyorum. Sanırım uyuyan köpeklere dokunmamak çok daha iyi bir sonuç verecektir. Bir hatam olmadığı sürece, kötülüklerin zaman içinde yok olmasını beklemek, daha akıllıca bir hareket olabilir."
Gürültü ve patırtının ortasında sükûnetle dolaş;
Sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma.
Başka türlü davranmak, açıkça gerekmedikçe
Herkesle dost olmaya çalış.
Ama kimseye teslim olma.
Telaşsız ve açık seçik konuş.
Başkalarına da kulak ver.
Aptal ve cahil olduklan zaman bile dinle onları,
Çünkü dünyada herkesin bir hikâyesi vardır.
Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde,
fakat her şeyden habersiz,
yaşayıp gidecektim.
Sen bana dünyada başka bir
hayatın da mevcut olduğunu,
benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin.
Babilliler gökyüzünü izlemeleri sonucu Dünya'nin Güneşin
etrafinda döndüğünü keşfetmişlerdi. Dünya'nın Güneş'in etrafindaki dönüşünü tamamlamasında geçen Zamana "bir yıl" dediler.
Sonra bu yılı on iki aya böldüler. Tpkı günümüzde bizim de yaptığımız gibi, bir yılı on iki aya bölen ilk insanlar onlardı.
Ayrıca yine ilk kez onlar bir günü yirmi dört Saate, bir saati de
altmış dakikaya böldüler. Dolayısıyla ne zaman, bugün ayın kaçı diye takvime veya saat kaç diye saate bakacak olsanız, Babillilerden miras aldığımız yöntemleri kullanıyorsunuz demektir.
Sabahattin Ali ne de güzel özetlemiş;
"Bana ne kadar kötülük yapilirsa yapılsın,
kimseye saygısızca gitmedim.
Aram bozuk olsa bile birinin bana ihtiyacı olsa,
hiç düşünmeden giderim
ama görüyorum ki saygının sevginin hatta
şefkatin bile iyileştiremeyeceği insanlar var.
Öyle her istediği olan, her istediği oyuncak alinan çocuklar-
dan olmadım. Daha doğrusu çocukluğumu hiç yaşayamadım. Ne
zaman bir çocuk görsem, yaşayamadığım ve içimde ukde kalan
cocukluğum gelir aklıma. Bu yüzden çocuklar hep bir başka gelir
bana. En ufak bir sıkintida siğınabileceğim bir limanım olmadı
hicbir zaman. Hep kendime sığındm. Bütün yaralarımı kendim
sardım. Babasızlğı hep içime basturdım. Bir süre sonra bu durum
anımi acitmamaya başladı, ben de alışum.
1 993 yılında duyguların insan vücudu üzerindeki hakimiyeti hakkında
bir araştırma yapılmak istenmiş ve bunun için duygularımızın oluşumundan sorumlu olduğu düşünülen bölgeye, yani kalbimize odaklanılmıştı.
Oldukça çabuk, daha araşrırmaların başında herkesi hayrete düşüren bir şey tespit edildi ve bu buluşun neden daha önce yapılmadığının şaşkınlığı
yaşandı. Bu nefes kesici buluş; kalbin muazzam
büyük bir enerji alanıyla çevrili oluşuydu. Burada
bahsedilen alanın çapı yaklaşık iki buçuk metredir.
Bir düşünün, kalbimiz beynimizin oluşturduğundan çok daha büyük bir enerji alanı oluşturuyor.
Bilim şimdiye kadar beynin, sahip olduğu elektromanyetik nabızlarla en büyük yayın alanına sahip
olduğunu varsayıyordu. Ama şimdi bundan çok
daha büyük bir enerji alanı bulundu, insan vücudundan dışarı uzanacak kadar kuvvetli bir enerji.
Hatta kalbimizden yayılan bu enerjinin aslında ölçülebilenden çok daha büyük çapta olduğu zannediliyor, fakat günümüzde kullanılan ölçekler
yetersiz kaldığı için daha ileri seviyede sonuçlara
ulaşılmasına olanak verilmiyor.