Bremgarten’deki şölen günlerinde Leo’yla yaptığımız kısa bir sohbeti anımsadım. Edebiyat kahramanlarının, yaratıcılarından daha canlı ve gerçek olduğundan söz etmiştik.
Tepesi açılmış narin bir adam yüzünde yoğun duygularla sahnenin ortasına doğru yürüdü. Seyircinin karşısında dururken yüzünde tebessüme benzer bir şey belirdi.
Salonda bir alkış koptu. Adam bir süre boyunca sessizce durup bize bakmaya devam etti sonra da - adam Çaykovski’ydi- sahnedeki küçük kürsüye dönüp batonunu alarak havaya kaldırdı. Bir an öyle kaldı. Sihirli değneğini kaldırmış, büyü için gerekli enerjiyi çağıran eski bir büyücüye bakar gibiydik. Salon sessizleşti. Hiç böyle bir sessizlik duymamıştım. Bütün salon nefesini tutmuş gibiydi. Gayet medeni ve modern bir histi. Hem seçkin hem de davetkâr, kibar bir toplu orgazm öncesindeydik sanki.
Aktif, cebime para koyan bir şeydir.
Pasif, cebimden para götüren bir şeydir.
Bilmeniz gereken bu işte. Zengin olmak istiyorsanız yaşamınız boyunca aktif satın almaktan başka bir şey yapmayın.
İnsan ruhunun derinlerinde var olan ‘yaşamdaki anlam arayışı’ nın bir hikayesi.. Sonuna gelene kadar etkisini pek de hissettirmeyen varoluş sancısı kitap bittiğinde okurun yüzüne bir tokat gibi çarpılıyor. Takvimin sinsi düşmanlığı karşısında insanoğlunun düşünce ve hareket kabiliyetinin ne denli kısıtlı olduğunu hatırlatarak hepimizi ‘hadi ne duruyorsun?’ sorusuyla başbaşa bırakıyor.
İnsanları sevebilmek, onlarla baş edebilecek yöntemleri geliştirebilmeyi gerektirir. Bununla kastedilen, karşımızda düşmanlar varmışçasına geliştirilecek savunma yöntemleri değil, kendimizi dürüst ve açık bir biçimde yaşayabilme yürekliliğini gösterebilmektir. Sinsice yaşanan duygular, insanların bize, bizim de onlara ulaşabilmemizi engeller. Çünkü onlar gerçek bizi değil, gösterdiğimiz yanlarımızı kabul ederler. Sonunda, kabul edilen gerçek benliğimiz olmadığından, kendimizi de kabul edilmiş hissedemeyiz.