Derdimi ağlayacak kadar hüzün biliyorum
İstesem ana dilim gibi saatlerce susabiliyorum
“Hiiç, öylesine aradım.” Cümlesindeki gizli özlemi şıp diye bulabiliyorum.
Böyle durumlarda en çok Graham Bell’e sövüyorum.
Şükrü Erbaş
Sen evden çıktın ya, eşik önünden aktı, pencere ardından koştu. Kalbalık içinde yalnız kalma diye aynadaki gülüşün, kaküllerindeki rüya, sandıktaki kokun, üstüne gökyüzü oldu. O uzak, soğuk, kocaman şehir birden ev içine döndü. Ben titreyerek baktım ardından, kötü bir yalnızlık incitmesin diye avuçlarındaki hayat çizgisinden sessizce
Bütün pencerelerde bekleyen benim
Ve
O çalmayan bütün telefonlarda
Aylardır konuşan da
Kabul..
Bu kez yolda karşılaşalım
Onunla da avunacağım
Adımı sesince duymaktan vazgeçtim
Yel esiyor ama
Değirmen dönmüyor
Kuraklık bu!
Adın ekmeğe dönüşmüyor.
Yaşa!
Öfkeni de yaşa
Ve seyret!..
Kendini sakın bastırma!
Öyle suyun üstünde akan yaprağa bakar gibi bak!
Uzanıp onu almaya kalkışma!
Kendini suçlama, başkalarını da suçlama!
Olacak olandan kaçamazsın.
O yüzden hiç bastırma kendini
Baskılama!
Çünkü insan, bastırdığı duygunun esiri olur
Seni kim çizebilir şubat yolcusu
Yalnız akşam olsun, dağınık olsun
Ceplerinde bozuk bir bulut uğultusu
Geceleyin dörtte bir ölüm korkusu
Dörtte dört sabaha karşı yağmursun
Seni kim çizebilir şubat yolcusu
Bütün çizgileri bozuyorsun
Babaannem derdi ki:
Güvenin söküğü dikiş tutmaz kızım.
Birine iki defa güvenemezsin.
Huzur için yama yapayım desen de
Rengini, dokusunu denkleyemezsin..