İkinci Tabalahura,
– Sen, dedi, gümrükçülük yapıyordun. O zaman otuzbeş yaşındaydın. En büyük üzüntün, dar gelirli aylığından birazcık artırıp da bir küçük şişe Namus alamamış olmandı. Bir gece sınırdan bu yana geçen Namus kaçakçılarını yakalamıştın. İkiyüz şişe, yirmi tane binlik, onbeş damacana kaçak Namus tutulmuştu. Sen kaçakçıları zincire vurup zindana attırmıştın. Yakaladığın kaçak Namus şişelerini, için titreyerek, seviyor, okşuyor, "Bunlardan bitanesi benim olsa, ah, ne olur!" diyordun. İşte tam o sırada yanına geldim. "İstersen bir şişe değil, beş damacana Namus senin olabilir. Enayilik edip bu fırsatı da kaçırma!" dedim. Coşkuyla, "Nasıl?" diye sordun. Ben de sana, "Yakaladığın Namus kaçakçılarını hükümete teslim etme. Salıver! Onlar sana enaz beş damacana Namus verirler. Hükümete teslim edeceksin de eline ne geçecek sanki," dedim. "Hükümetin ruhu bile duymaz," dedim. "Sen bu Namus kaçakçılarıyla işbirliği bile yapabilirsin," dedim. "Çok değil, ayda bir kaçakçıları görmezden gelsen de karşılığında bikaç damacana Namus alsan, iki üç yıla varmaz, memleketin en Namus'lu adamı sen olursun. Burada önceki gümrükçü de böyle yaptı. Şimdi mağaza açtı, Namus alışverişi yapıyor," dedim. Sen ne yaptın? "Yıkıl karşımdan, gözüm görmesin!" diye beni kovdun.
Birinci Tabalahura,
-Of... Amaaan... Ölüyorum! diye inledi.