'bilinmeyen bilinenler’, bildiğimizi bilmediğimiz şeyler
“2003’te Rumsfeld biraz amatörce, bilinen ve bilinmeyen arasındaki ilişki hakkında felsefe yapmaya girişti: ‘Bilinen bilinenler vardır. Bunlar bildiğimizi bildiğimiz şeylerdir. Bilinen bilinmeyenler vardır. Yani, bazı şeyler vardır ki bilmediğimizi biliriz. Fakat bilinmeyen bilinmeyenler de vardır. Bunlar bazı şeyler ki bilmediğimizi bilmeyiz.’ Onun eklemeyi unuttuğu önemli bir dördüncü tanım var: 'bilinmeyen bilinenler’, bildiğimizi bilmediğimiz şeyler ki bu tam anlamıyla Freudcu bilinçdışıdır...”
Heykel dediğin Atatürk'ün olur.
1980'de Emirdağ'daki askerî garnizon komutanı bir ere (muhtemelen Güzel Sanatlar'da okuyan bir talebedir) alçıdan amatörce bir atatürk heykeli yaptırıp belediyeye hediye eder. Heykel Cumhuriyet Meydanı'na dikilir. Ancak Atatürk karikatürü denilebilecek bu ucube'nin çirkinliği fark edilse de kimsecikler dokunmaya cesaret edemez. Günün birinde tesadüfen ilçeden geçmekte olan "bilirkişiler" bu çirkinliği fark edip heykelin yenisiyle, daha düzgün bir heykelle yani,değiştirilmesini isterler. Sonuçta yeni bir heykel yaptırılır. Buraya kadar pek bir sorun yok. Ancak kaldırılan eski (kötü)heykel ne olacaktır?İmha edemezsiniz, kıramazsınız, patlatamazsınız. Dolayısıyla heykele kimse dokunmaya cesaret edemez. Köylere teklif edilir, almazlar. Sağda solda bir süre gezdikten sonra belediye, heykeli itfaiye binasının bahçesine diker. Olacak bu ya, bir gün itfaiye aracı aceleyle yangına giderken heykelin koluna çarpar ve kırar. Bunun üzerine belediye, başına bir iş gelmesinden korkar ve heykele biri zarar verir de başlarına iş açılır korkusuyla 'imha'sına karar verir. Kırılır mı? Hayır tabii ki. Atatürk'ü Koruma Kanunu varken kim cesaret edebilir ki buna? Sonuçta heykel meçhul bir yerde her aşaması fotoğraflanıp belgelenerek ve saygıda katiyen kusur edilmeden gömülür, yani 'toprağa verilir." Bizde heykelin "ucube"yle akrabalığı epeyce eskidir, sizin anlayacağınız. أعوذ بالله من الشيطان الرجيم
Sayfa 78 - TimaşKitabı okudu
Reklam
Yapacak başka bir şey olmayınca amatörce ruhbilimsel teşhis koymak heyecanlı olur.
Sayfa 30
Sirtisiz yola çıkmak balık tutamamak, aç kalmak demekti.. Gerçi Mehmet’in zıpkınlı tüfeği vardı, ama Bodrum balıkçıları bu amatörce icatla balık tutulabileceğine inanmıyorlardı..
Bazı insanlar hayatı hep amatörce yaşar.
Sayfa 305 - Doğan KitapKitabı okudu
Reklam
Gerçekten de tipik Romalı şair, ya amatörce şiir yazan bir aristokrat ya da himayeyle geçinen bağımlı bir kişiydi ve çok nadiren, konusunu ya da üslubunu seçmede tam bir özgürlüğe sahip olurdu (Gold 1982). Romalı hamiler çoğunlukla “şairlerden de, tıpkı saray filozofları gibi, yanlarından ayrılmamalarım ve kendilerini eğlendirmelerini bekliyorlardı” (Fantham 1996, 78). Bazı şairlerin eğlendirmesi gerçekten başkaydı ve Augustus’un himaye yöneticisi Maecenas da İmparatorun gururunu ince nüktelerle okşayan Vergilius ve Horatius gibi yazarları nasıl motive edeceğini biliyordu. Açık ki, şairlerin statüsü elleriyle iş gören ressamların ya da heykelcilerin statüsünden çok daha üstündü ama, öte yandan, şair modern sanatçı nosyonundan hem kavramsal hem de pratik olarak çok farklı bir figürdü.
Şarj olsam hasretinle, amatörce mi kaçar?
Sayfa 29 - ALFA, 2.BASKI, NE MUTLU TÜRK ÜM DİYENE!Kitabı okudu
Russell tam ayağa kalkacakken, Wittgenstein, “Herşeyin gözle görülür olması katlanılmaz bir şey,” diye yeniden başladı. “Görülebilecek bütün herşeyin, gördüklerimizden ibaret olması. Bunu hazmedemiyoruz, Russell; son nefesimize kadar bununla savaşıyoruz. Sahnedeki dram amatörce ve derme çatma olduğu için, gözlerden uzakta temsil edilen daha saf, daha güzel bir oyun seyredebilir miyiz, diye sahne gerisine göz atmaktan kendimizi alamıyoruz. Ama sahne gerisi bomboş, görmüyor musun? Mezarı açtılar, boş çıktı. Asıl vahiy buydu işte. Şeylerin nasıl oluştuğu değil, ne oldukları: Giz bu. Söyle bana, Russell: Hiçbir şey olmayabilirdi, öyleyse neden var?” -Russell, hoşnutsuz biçimde yüzünü buruşturdu. “Ne bileyim ben?” diye tersledi. “Ben matematikçiyim, Tanrı değil.” Wittgenstein devam ediyordu: “Bir derinlik hayaline saplanmış budalalar olduğumuz için gizli olanı arıyoruz. Gerçekliğin dayanılmaz buradalığını görmemek için elimizden geleni yapıyoruz. Bunu bir an kafamıza kazıyabilsek, kurtuluruz. Belki de deliririz. Oysa biz fikirlerin arkasına sığınıyoruz. Fikirler! Domuzların bile fikri olabilir. “
Reklam
şarj olsam hasretinle, amatörce mi kaçar?
LogoGPT adı verilen özelleştirilmis bir metinden görüntü üretme aracı. Bu araç sayesinde elinizle çizmiş olduğunuz ya da bilgisayar ekranına amatörce karaladığınız çizgiler birer logoya dönüşebiliyor. Aynı zamanda logoda bulunmasını ya da değişmesini istediğiniz ne varsa o doğrultuda geliştirme yapmak mümkün.
dünya üzerindeki yaşıtlarının yarısı gibi "tanrı var mı, yok mu?" sorusunu hiçbir zaman sormamış olan piçler, tanrı'nın var oldu­ğunu bilir ancak ona inanmaz ve kulları olmayı reddederler. tan­rıtanımazların aksine tanrı'yı bilir ama tanımazlar. tanrı'nın ya­ratıklarını hatalı bulurlar. tann'nın çalışma tarzını
Friedrich müziği notalar yerine sözcüklerle yaratarak mitolojideki o yarı at yarı insan yaratığı dünyaya getirmek istiyordu. Bilginlik maskesinin altında okurlarını büyüleyerek dans pistine çıkarmak ve bütün düşüncelerini yerle bir etmek istiyordu. Ama Trajedinin Doğuşu çıktığından beri pek fazla yorum yapan olmamıştı. Şurada burada, hepsi olumsuz birkaç eleştiri yayınlanmıştı, o kadar. Bu eleştirilerde Friedrich'in önemli dilbilimcilerle bütün bağını kopararak son derece yüzeysel ve amatörce bir iş çıkardığı, Yunan Kültürü'nü kötü bir şakaya indirgediği söyleniyordu. Friedrich, vals yapmak yerine şehir meydanında topallamayı tercih ettikleri için akademik dünyadan nefret ediyordu. Bu çağ, demiryolları ve aşılar, yüksek fırınlar ve gübreler çağıydı, Alman İmparatorluğu kuruluyor ve posta sistemi ortaya çıkıyordu ama akademik çevreler hiçbir şey olmuyormuş gibi, eski bildiklerini eski yöntemlerle yapmayı sürdürüyorlardı. Çünkü bir şeyin başka türlü de yapılabileceği akıllarının ucundan bile geçmiyordu. Daha fazlasını istemekten acizdiler. Vasat beyinlerin nasıl büyük meselelerle uğraştığını görmek acı vericiydi. Kurallara uyacak kadar aptal olan herkes bir yerlere gelebilirdi.
Sayfa 84 - Versus KitapKitabı okudu
-Mutsuzlukta sınırsızlık, mutlulukta ölçüsüzlük, bilmiyorum ne desem. - Aynı anda birçok şeye birden mi umut bağlıyorsunuz? -Evet, ama amatörce değil, dedi Mersault tutkuyla. İçimde acı ve sevincin yol alışını düşündüğüm her seferinde çaldığım bölümün hepsinin en ciddisi, en yücesi, en coşturucusu olduğunu bilirim!"
Sayfa 58 - Can Yayınları