Gereksiz yere, anlamsız ve çok uzun bir yorum olacak. Kendim için bir not niteliği olacak. O yüzden bundan sonraki tek bir kelimeyi okuyarak zaman kaybetmeyin. Sadece kitabı bitirdim ve içimdeki anlatamayacağıma emin olduğum duyguyu (bittikten sonra kitabi dakikalarca göğsüme bastırarak düşünüp titrememe, sonra amaçsızca evdeki odalara girip
Eski günlüklerimden birini okurken, birden belleğimin ne kadar donuklaştığını, tehlikeli ve hastalıklı derecede donuklaştığını hissettim. İçsel yaşantılarımı sözcüklere dökerek kaydettiğim şeyler, birer sözcükten, unutulmuş yabancı şeylerden başka bir şey değil artık; belleğimin derinliklerini ne kadar karıştırırsam karıştırayım, o insanların yüzleri bir türlü aklıma gelmiyor. Benim her şeyi yeniden yaşamak için duyduğum bu hırsın nedeni, belki de geçmişteki şeylere sahip olamamam, her şeyin bir ölçüde akıp gitmesi ve hayatımın, herhangi bir şeyle beslenmezse kuruyup gidecek olması."
"Perşembe 17 Ekim. Bu anlamsız günlerin üzerine bir çizgi çekiyorum. Hayatım, anılarla beklentiler arasında bir gölge gibi gidip geliyor. Beni dehşete düşürüyor bu."
"Bir karabasan sanki bu! İnsanlardan hiç hoşlanmıyorum, her biri bir peygamber be kâhin, onlarsız olmak istemiyor kimse. Şimdi çalışmaktan başka yapacak bir şey yok ama ne çalışabilirim, beni kurtaracak olan nedir?
"Halk ne kadar da budala ve gazeteciler nasıl da onların beyinlerini düzenlemesini biliyorlar. Hepsi uzun zamandır aynı biçimde saçmaladılar, hem de her şeyin kendilerine hazır sunulduğunun farkında olmadan"
"İstemeden saldırganlaşıyorum. İnsanların arasına karışmamalıyım, yalancılıklar beni çileden çıkartıyor."
"İnsanlara karşı duyduğum tiksintiyi tanımlamak olanaksız; herkesten kaçıyorum."
Zamana karşı durmak mümkün mü? Ne kadar çabalasak da zaman akıp gidiyor. Yıllar bir biri ardına geçip gittikçe, çevremizdeki insanlar da takvim yaprakları gibi kopup gidiyor hayatımızdan. Dönüp baktığımızda hatırımızda kalan sadece küçük birkaç anı ve bu anıların içine sığdırabildiğimiz birkaç eski dost.
Ancak şehirler böyle değildir. Onlar yaşayan birer varlıktır. Zamanla değişirler ama asla unutmazlar. Yıllar geçmiş olsa da dönüp geldiğinizde vefakar bir dost gibi açar kollarını size. Bir bakarsınız ki her sokağında sayısız anı biriktirmiştir sizin için. O sokaklar ki sevincinize de tanık olmuştur hüznünüze de ve zamanı geldiğinde siz unutsanız bile o taş sokaklar hatırlatır size tüm yaşanmışlıkları.
İşte İstanbul da benim için böyle bir dosttur. Konuşurken bile lafı açılsa alır götürür beni o yaşanmışlıkların içine, üniversite yıllarımın geçtiği Kadıköy sokaklarına. Biliyorum o günler asla geri gelmeyecek. Anılarla da olsa olsa o şehirde tekrar yaşamak tarifi mümkün olmayan bir his benim için.
Yaşamdan kâr saydığımız dakikalar nelerdir? Neleri yaşadığımda bugün çok kârlı geçti demeliyim?
Bu soruya farklı insanlar; ayrı ayrı cevaplar verecektir. Bu çok doğal… Garip olan, yıllar geçtikçe bu soruya kendi kendime verdiğim cevapların sürekli değişim içinde olması.
Kendimi bilir bilmez dedim ki “yaşamak, annemin elini tutabilmektir.” Onun
Doludizgin kulağa hoş gelen bir bileşik sözcük.Atları çağrıştırır bana. Yaşamak dolu dolu ise anlatılacak bir sürü anı vardır.Dolu dolu yaşamış bir yazarın günlükleri anılarla yüklü olur. Orhan Kemal doludizgin yaşadığından doludizgin yazmış bir yazar.Şiir ile başladığı yazın hayatına hikaye,roman ve senaryo ile devam etmiş çok yönlü bir düşünür ve yazar Orhan Kemal. Günlükleri ,şiirleri bir arada Yazmak Doludizgin kitabı bir çırpıda bitiyor. Etkisi mi? Doludizgin sürüyor.
Kimseler yok. Her yer o kadar tenha ki, cinler ve periler bile bunalmış olmalı. Bu şehirde akşam ve karanlık evlere ne kadar çabuk geliyor böyle. Makarna yaptım yemedim. Evin odalarında dolaşan sessizliği kolaçan edip, duvardaki film afişinde bir şeyler söyleyecekmiş gibi bakan aktrisle konuştum. Çok uzun süre kimseyle konuşmamıştım. Bir süre