"Aslında ana-babalarımızın ideolojisi ne olursa olsun, ilk çocukluk dönemimizde, gençliğimizdekinden daha renkli, daha canlı görüntülerle karşılaşmıştık evlerimizde; eli incilli, omuzu atkılı büyükannelerimizin yanı sıra başka tipte kadınlar da vardı o görüntülerde: kadın milisler, gösterilere katılan kızlar, bursla yabancı ülkelere araştırma yapmaya gidenler. Grevlerden, Parlamento tartışmalarından, toplumsal ilerlemeden, laik eğitimden, boşanmadan söz edildiğini duymuştuk; tüm gazetelerin ille de aynı şeyi yazmayabileceğini, herkesin aynı düşünceyi paylaşmayabileceğini biliyorduk. Ama bize söylenenlere bakılırsa bu 'eski tarz" şeyler 'imansız ülkeler'de kalmıştı yalnız. Papa'nın dediğine göre oralarda 'Putperestliğin zararlı bir canlanışına tanık olunmaktaydı, örneğin kadınların etkinlikleriyle erkeklerinki arasında eşitliğe yöneliş görülüyordu'. Tüm kötülükler gibi yine yurtdışından gelen bu eğilime kulaklarını tıkamayan kadın, 'İspanyol kadını' adını hak etmezdi. İspanyol kadını özeldi, soyunun tüm güzelliklerini kendinde toplardı, 'hem eski hem yeni'ydi, herşeyden önce Katolik'ti, ilkin babasının, annesinin, kardeşlerinin, ardından kocasının vefakar, fedakar, sadık yardımcısı, yuvasının meleği, çocuklarının anası, rejimin temel taşıydı. En yüce örneği Şefimiz Franco'nun örnek eşiydi."