Victor Hugo ölüm döşeğindeki Balzac'ı ziyaretini anılarında anlatır:
Zili çaldım. Bulutların arasında ay parlıyordu. Sokak terk edilmişti. Kimse çıkmadı, ikinci kez çaldım zili. Kapı açıldı. Elinde mumla bir hizmetçi kız çıktı. "Beyefendi ne emrederler?" Ağlıyordu. Adımı söyledim. Düz zemin üzerinde duran ve şöminenin karşısındaki konsolun üzerinde Balzac'ın David D'Anger yapımı kocaman mermer büstünün bulunduğu salona alındım. Salonun ortasında, altı tane altın kaplama, zarif heykel ayaklar üzerinde duran zengin masanın üzerinde bir ışık yanıyordu. Başka bir kadın geldi, aynı şekilde gözyaşları içindeydi ve şöyle söyledi: "Ölüyor. Madame odasına çekildi. Doktorlar dün umutlarını kestiler. Sol bacağında bir yarası var ve kangrene dönüşmüş durumda. Doktorlar ne yapacaklarını bilemiyorlar. Ödem sonucu vücudunda yağ toplanmaya başlandığını söylüyorlar. Et ve derisindeki yağ tabakası o kadar sertleşmiş ki, delip sıvıyı akıtmak mümkün değilmiş. Bir ay önce beyefendi bir mobilyanın köşesine çarparak kendisini yaralamıştı...Sabah saat dokuzdan beri konuşmuyor artık... Yataktan dayanılmaz bir koku geliyordu. Yorganları kaldırdım ve Balzac'ın elini tuttum. Eli ter içindeydi, sıktım. Elini sıkışıma karşılık veremedi...Hastabakıcı bana, "Gün doğarken ölecek," dedi. Merdivenlerden aşağı indim ve bu canlı yüzün resmini zihnime kazıyarak yanımda götürdüm. Salona girdiğimde yine büstle karşılaştım, hareketsiz, hissiz, yüce ve belirsiz bir ışıltı yayan büst ve ölüm ile ölümsüzlük arasında bir karşılaştırma yapmaktan kendimi alamadım.
YAĞMUR
Vâreden'in adıyla insanlığa inen Nur
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat
En müstesna doğuşa hamiledir kainat
Yıllardır boz bulanık suları yudumladım
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
Yağmur,
Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat
En müstesna doğuşa hamiledir kainat
Yıllardır boz bulanık suları yudumladım
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
Yağmur, seni
"Karanlıklar içindeyiz. Üstümüzdeki gökyüzüyü karanlık, hava kapalı, nehirler, pınarlar, çeşmeler, kuyular, sarnıçlar kurumuş, övündüğümüz dağlar kara bulutların arasında kalmış, köylerde, şehirlerde baykuşlar ötüyor, evlerimize baykuş tünemiş, yapayalnızız, insanlarımız bayramı, seyranı, şenliği unutmuş, dünyanın bütün nimetlerinden mahrum kalmış zavallı insanlarımız bizi bekliyor Kevok, biz onların umuduyuz, umudu canımın içi... "
ayet İstanbul Boğazından, son padişahla son şehzadesini alarak uzaklaştı.Hiçbir şey kalmadı geriye.Bir büyük boşluk kaldı geriye.Bir de bütün bunları, bulutların ufuk üzerinde koştuğu güz akşamları, kıyıya iyice yanaşan masal gemilerinin gölgelerine bakarak ve dahi o gölgeleri kendisi gibi görebilecek başkalarının varlığını da vehmederek dalgalara
"Galiba söyleyecek bir sırrı,emniyet edecek son bir sözü vardı;fakat kime söylemeli?Nehir merhametsiz!Ağaçlar hissiz!Bulutların arasında büsbütün kurtulmaya çalışarak ışığını yayan ay,kayıtsız!Ruhu yükseldikçe vücudu düşüyordu."
Bu gece , bir an için, iç huzurumu buldum. Saat on iki olmadan bir türlü doyurulamayan arzulardan bıkkın, yalnız, kendi kendime söverek sokağın karşısındaki evden çıkmıştım. Ve işte, mucizevi bir ağustos gecesi vardı dışarıda. Yağmur yeni dinmişti, ılık nem ve sisten hava ağırdı. Ay, ışığa gebe dolunay halinde küçük ve sık bulutların ardından