Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Bu söylediğimin doğru olup olmadığından hiç emin değilim ama bana öyle geliyor ki sanki hepimiz, içimizde bir başkası için ayrılmış bir yerle doğuyoruz. Bir parçası kayıp bir bulmaca gibi... Hayatımızın önemli bölümünü garip bir eksiklik duygusu ile geçirmemiz, bazı sabahlar anlaşılmaz sıkıntılarla uyanmamız, bazen isimsiz umutlarla neşelenmemiz, sanırım o boşluğun içimizde yarattığı girdaptan kaynaklanıyor. Karşılaştığımız her kadına ve erkeğe, belki de hiç farkında olmadan, girinti çıkıntıları o boşluğun kesiklerine uyacak mı diye bakıyoruz. Elinde Cinderella'nın ayakkabısıyla dolaşan biri var sanki içimizde, herkese, "Acaba ayakkabının sahibi bu mu?" diye bakıyor. Tam olarak neyi ve kimi aradığımızı bilmiyoruz. Bize öğretilen bilgilerden yola çıkarak aradığımız insanla ilgili birçok olumlu özellik sıralıyoruz ama genellikle söylediklerimiz gerçeğe çok uymuyor. Sonra birden birisi hayatımıza giriveriyor. Onun sahip olduğu bir şey, belki kokusu, belki dokunuşu, belki gülüşü, belki zekâsı, belki hayata bakış tarzı, belki zevki, belki aldırmazlığı, belki ihtirası, belki de kötülüğü, içimizdeki boşluğun bütün girinti çıkıntılarını dolduruyor. İlk düşündüğümüz, onunla mutlu ve huzurlu olacağımız. İçimizdeki boşluğun ancak "iyi şeylere" sahip biri tarafından doldurulabileceğini sanıyoruz. Ama gerçek, her zaman böyle değil.
Reklam
"Sizleri karı-koca ilan ediyorum" ve sonra, "Öperek kutlayın gelini­nizi!" diye seslendi. Birlikte çıktık dışarı. Hep şu Hollywood serüvenleri! Kocalarının kendilerini kucaklayıp kapı eşiğinden içeri aşırmalarını isteyen kadın­lar falan; bakarsınız, kimi kadınların kilosu da sizinkinden ağır basıve­rir. Kimbilir, kaç evlilikte çiftleri bu tür saçma sapanlıklara zorlamıştır filmler, ve kuşkusuz televizyon. Gördüklerinden huy kapmış, ve koca­larından buketler, öpücükler bekleyen, kucaklarda taşınmak ve Cinde­rella gibi kolundan tutularak akşam yemeği için, dans için sokağa çıka­rılmak isteyen o kadınlar! Sonra cıbırlık kapıyı çalınca, düzenini bir türlü kuramamış olan koca, her Allah'ın günü bir parçacık ekmek için akşamın körüne değin köpekler gibi kan ter içinde kala kala canından bezmeye başlayınca kafayı oynatmamak elde değildir artık.
Bir kadın Cinderella sendromuna sahipse, kendisini "çok kolay teslim olurken bulur; mesafe koymaktan, saygı talep etmekten, istediğini yapma hakkını ortaya koymaktan, bunu öğrenmekten, kendi başına yaşamaktan korkarken bulur''
Aslında haklıydı… Başsavcı Cihaner’in evi basıldığında, kızı Sıla’ya ait olan Garfield, Kırmızı Başlıklı Kız, Cinderella, Temel Reis, Buggs Bunny ve Alaattin’in Sihirli Lambası gibi çizgi filmlere el konulmuştu. İddianamede deliller arasında gösterilmişti. Tembel kedi Garfield, Ergenekon’daydı, haberi yoktu!
Yunus Emre sansürleniyor. Fareler ve Insanlar sakıncalı. Seker Portakalt erotik bulunuyor. Garfield şüpheli şahıs. Cinderella gözaltına alınıyor. Metalci selamı veren gençler, ülkücü zannedilip içeri tıklıyor. Solcu müzik grubunun el koyulan bağlama'sında parmak izi aradılar.
Reklam
Bu söylediğimin doğru olup olmadığından hiç emin değilim ama bana öyle geliyor ki sanki hepimiz, içimizde bir başkası için ayrılmış bir yerle doğuyoruz. Bir parçası kayıp bir bulmaca gibi... Hayatımızın önemli bölümünü garip bir eksiklik duygusu ile geçirmemiz, bazı sabahlar anlaşılmaz sıkıntılarla uyanmamız, bazen isimsiz umutlarla neşelenmemiz, sanırım o boşluğun içimizde yarattığı girdaptan kaynaklanıyor. Karşılaştığımız her kadına ve erkeğe, belki de hiç farkında olmadan, girinti çıkıntıları o boşluğun kesiklerine uyacak mı diye bakıyoruz. Elinde Cinderella'nın ayakkabısıyla dolaşan biri var sanki içimizde, herkese, "Acaba ayakkabının sahibi bu mu?" diye bakıyor. Tam olarak neyi ve kimi aradığımızı bilmiyoruz. Bize öğretilen bilgilerden yola çıkarak aradığımız insanla ilgili birçok olumlu özellik sıralıyoruz ama genellikle söylediklerimiz gerçeğe çok uymuyor. Sonra birden birisi hayatımıza giriveriyor. Onun sahip olduğu bir şey, belki kokusu, belki dokunuşu, belki gülüşü, belki zekâsı, belki hayata bakış tarzı, belki zevki, belki aldırmazlığı, belki ihtirası, belki de kötülüğü, içimizdeki boşluğun bütün girinti çıkıntılarını dolduruyor. İlk düşündüğümüz, onunla mutlu ve huzurlu olacağımız. İçimizdeki boşluğun ancak "iyi şeylere" sahip biri tarafından doldurulabileceğini sanıyoruz. Ama gerçek, her zaman böyle değil.
Sayfa 100
Cinderella yahut Pamuk Prenses biraz büyüdüklerinde, evlerinde onlardan hizmetçilik bekleyen, hizmetçiye dönüşmeyen bir Cinderella'yı, Pamuk Prenses'i kabul etmeyecek bir üvey anne ortaya çıkıyor. Annelerin öz kızlarına yaklaşımı, yüzyıllarca böyle olmadı mı? Kadınlar yüzyıllarca, sadece hizmetçilik ettikleri zaman kabul gördüklerini ta içlerinde duymadılar mı, ve bunu onlara en derinden, ilk aşılayan kişi de anneleri değil miydi?
“Prens, merdivenin tüm basamaklarını ziftle kaplatmıştı. Ve Cinderella merdivenlerden koşarak indiğinde, sol ayakkabısını geride bırakmak zorunda kaldı.”
Sayfa 305 - Artemis Yayınları
“You’re wrong. I lost myself in caring for you. I cared for you so much I forgot that I deserve to be happy too. I’m sorry you don’t believe in me.” She bristles. “I’m sorry I couldn’t save you.”
158 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.