Ünlü sivil polis, istisnasız tüm suçluların yakalandıktan sonra tükürük salgılama yetilerine tekrar kavuşmalarının bir ila dört hafta aldığını söyledi. Bu yetiye en geç kavuşanlar katillerdi. Cellatbaşı, idama giden hiç kimsenin tükürdüğünü görmemişti, yüzlerini gözlerini yıkarken de de tükürmüyorlardı.
İnsan soyunun geleceğinin dayandığı, kan ile en özlü kesimleri arasında aracılık yapan bu mukozalar makinemizin iç uyumu için öyle elzemdirler ki, şiddetli duygularda, herhangi bir meçhul merkeze uygulanan şokun altından kalkabilmek için bize şiddetli bir uyarıda bulunurlar. Anlayacağınız, hayat mukozalara son derece açtır; büyük öfkelere kapılan herkes aniden boğazının kuruduğunu, tükürüğünün yoğunlaştığını ve bütün bunların ne kadar yavaş normal hallerine dönebildiğini hatırlar. Bu durum beni öyle feci etkilemiştir ki, en korkunç duyguların alanında bunu doğrulamak istedim. Kamuda görevli olduklarından ötürü sosyeteden uzak duran insanlarla yemek yeme lütfuna erişebilmek için uzun süre uğraşmıştım. Biri sivil polis şefi, diğeri Paris kraliyet mahkemesinin baş celladıydı. Her ikisi de seçme hakkına sahip yurttaşlardı; tıpkı tüm diğer Fransızlar gibi yurttaşlık haklarından yararlanıyorlardı. Ünlü sivil polis, istisnasız tüm suçluların yakalandıktan sonra tükürük salgılama yetilerine tekrar kavuşmalarının bir ila dört hafta aldığını söyledi. Bu yetiye en geç kavuşanlar katillerdi. Cellatbaşı, idama giden hiç kimsenin tükürdüğünü görmemişti, yüzlerini gözlerini yıkarken de de tükürmüyorlardı.
Reklam
Sıradan mahkûmların cezalarını diğer cellâtlar infaz ederken, devlet adamlarının ve önemli kişilerin infazını Cellâtbaşı gerçekleştirirdi.
Cellatbaşı, palasını köylünün padişah fermanına karşı kıldan ince boynuna indirirken padişah, - Duuur! diye bağırmış. Ey konuşması az çok insana benzeyen acayip yaratık? Sana bişey soracağım. Eğer bilirsen canını bağışlarım. Bugün hava nasıl olacak? Köylü de, - Az vakit sonra rüzgarlar esecek, fırtına kopacak, yağmur başlayacak, her yeri seller götürecek!... demiş. Bu sözlere büsbütün içerleyen padişah, - Bre hain! diye bağırmış, sen bilmez misin ki ben irade eyledikte mümkün değil bu hava bozmaz? Padişah avdayken nasıl yağmur yağarmış? Çabuk bağlayın şunu katır kuyruğuna!
Zembil
İçeriye Cellatbaşı Kara Ali girdi. İnsan şekil ve suretinde o kara devin elinde kocaman bir zembil vardı. Zembilini yere koymuş ve içindekilerin neye yaradıklarını söyleyerek çıkarmaya başlamıştı: "Tırnak sökmek için kerpeten, kaba etleri oymak için burgu, oyulan yerlere sokulacak buhur fitiller, el ve ayak kesmek için satır, kol ve bacak kemikleri kırmak için balta, kızdırılıp başa geçirilen demir tas, kızdırılıp koltuk altlarına konulan demir yumurtalar, deri yüzecek ustura, deriye sürtülen demir sünger, sinir çekmek için cımbız, dil makası, kulak usturası, sırt ve göğüs için zemberek, göz oymak için kalem..."
Sayfa 498 - Doğan kitapKitabı okudu
Hiçbir cellatbaşı ölümden korkmazdı. Aldıkları her canla kendileri de ölür, gün geldiğinde Onur Savaşı’yla canlarını vermeye hazır olurlardı.”
Sayfa 114
Reklam
KUBBE ALTINDA Sultanların sultanı Birinci Abidin her sabah Topladı vezirleri kubbealtına Vezirler varıp el pençe divan durdular Ferman buyurdu hazret oturdular İşte tam bu sırada Önemli bir şey oldu
Bunu da bir yerden çıkaracağım
KUBBE ALTINDA Sultanların sultanı Birinci Abidin her sabah Topladı vezirleri kubbealtına Vezirler varıp el pençe divan durdular Ferman buyurdu hazret oturdular İşte tam bu sırada Önemli bir şey oldu Haddini bilmez bir sivrisinek Haşmetlinin burnuna kondu Zaten o sabah heyheyleri üstündeydi Sultanımızın Birdenbire parladı Şimşek gibi çaktı Gök gibi gürledi Ağaları Beyleri Paşaları Bir güzel azarladı Vay efendim vay Bu sinek nasıl girerdi huzura ulu orta Sordu soruşturdu Verdi veriştirdi Vezirlerde bir telaş bir öfke Hepsinin alı al moru mor Vay alçak sinek Vay namussuz sinek Nerden kondu efendimizin burnuna Bostan korkuluğu mu ki bunca kişi Derken efendim Ferman buyurdu hazret Seğirtti cellatbaşı Vurdular sineğin boynunu Kurtardılar devletlinin o kallavi burnunu
Bıçak gibi kesildi
Sağ olan da, var olan da bilsin ki, sabır ümitle beslenir. Hem vallahi, hem billahi, Asır için ümit, oğlu doğuncaya kadar var olmadı. Tam on yıl boyunca babasından nefret ederek yaşamak zorunda kaldı. Onunla aynı evde bulunduğu her andan, onunla aynı sofrayı paylaştığı her andan, hatta onunla aynı havayı soluduğu her andan nefret etti. Bu nefret onu olgunlaştırdı. Kaskatı biri oldu. Bu katılık, babasının ölümünü seyrettiği an, geçti. Bıçak gibi kesildi. Cellatbaşı olmak istediğinde daha yirmi altı yaşındaydı. Öyle kolay değildi, makam sahibi olmayan bir babanın oğlunun cellatbaşı olması. Önce bunun diyetini ödetirlerdi insana. Eğer cellatbaşı olmak istiyorsa, er meydanında, babasının Onur Savaşı’nı yönetmesi gerekiyordu. Hiç tereddüt etmeden kabul etti.
Sayfa 126 - Cadı YayınlarıKitabı okudu
25 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.