İstenildiği gibi olan ya da olmayan şeylere üzülmekle o kadar zaman harcıyoruz ki treni kaçırıyoruz. Hayat kendi yolunu bulur ve her şey olacağına varır. Sadece yaşa ve bırak olsun gitsin.
Pencereye kuş gibi tüneyip çocuk yüreğime ağır gelen bir endişe içinde onu beklerdim. Geldiğinde sevinirdim ama hiçbir zaman tam olarak bizimle ve tüm varlığıyla bizim yanımızda olmadığını hissederdim.
Hiç uykum yok. Hic uyuyamıyorum. Domuz gibi içiyorum. Ama kapalı bile gözlerimi tutamıyorum. Sabaha bes saat var. Annemi düşünüyorum Nerededir şimdi? Aynada kendime bakıyorum bazen. Ve tek bazen tek kelime etmesem bile vücudum yaşadıklarımı, hayattan ne anladığımı anlatmaya yetiyor. Sağ omzuma kendi çizdiğim kelebek, beğenmedigim için üzerine attığım çarpı işareti ve altında aynı kelebeğin bir Japon tarafından çok daha iyi işlenmişi. Sol dirseğimin iki parmak yukarısındaki kurşun yarası. Bileklerimdeki otuz dört dikiş. Medeniyeti bir aralar herkes gibi yaladığımı kanıtlayan apandisit ameliyatımın izi. Ve sırtımı kaplayan, Tanrı'nın yüzü. Bilmiyorum... Hızlı yaşadım ama genç ölmekten çok hızlı yaşlandım. Ancak hayattayım.
Toh bāh ghalbeh virān-eh-yeh man, che kardi?
Bebin, eshgheh divāneh-yeh man, che kardi?
Dar abrisham-eh ādat, āsudeh bud-am
Toh bāh hāl-eh parvāneh-yeh man, che kardi? 🌸
Sen virane olmuş kalbime ne yaptın?
Bak! Divane aşkım, ne yaptın?
Alışkanlık kozasında rahat uyuyordum.
Kelebek gibi kanadıma ne yaptın?🌸
Loe okumayı nasıl da seviyorum! Pürüzsüz Dilek Başak çevirisi ile!
Doppler gibi akıp gidiyor, delirtiyor, hüzünlendiriyor ve acayip keyif veriyor. Ah Loe! Yazdıklarını okurken aldığımız hazzı bi bilsen. Bu arada sevmeyeni de sevmiyor Loe'yi.
Nina Faber uzun süredir üretememiş bir şair. İstanbul'da kaldığı süre boyunca onlarca şiir yazıyor ve ülkesine döndüğünde bu şiirlerin arasından seçimler yapılıp derlenip Boğaziçi kitabı çıkarılıyor. Kitap çıkarken Nina'nın içindeki birikmişlikler de ortaya çıkıyor. Öfkeler, hüzünler, şiddet, müzik, dans... Bu ortaya çıkış öyle sıradan bir çıkış değil elbet. Hani o delirme anı vardır ya, bildiniz mi? Hah işte aynen öyle. Çıkıyor ve kaybolmuyor. Kelebek etkisi gibi; elmasını ısırıp şarabından bir yudum içme sakinliğinde. Çünkü düzen bazılarını delirtir. Hem de tertemiz! Mis gibi!
Bir de o mal sayımı var diye okuma etkinliğini iptal eden kişinin adının Bjørn Hansen olduğunu görünce Dag Solstad diye heyecanlanan bir ben değilim, değil mi? Aynı Hansen değiller sanırım ama gene de bi gülümseme yaratıp keyif vermedi mi?
Canım Loe yarattığın karakterleri seviyorum. Oldukları gibi. Pürü sevgimle. Ay bi de o sondaki eleştiri düğümü resmi!!!
Mal SayımıErlend Loe · Yapı Kredi Yayınları · 2023149 okunma
~
Kitabı elime aldığımdan beri bu şekilde bir senaryo beklemiyordum beni gerçekten etkiledi.
Kadın kafasında olduğum için sadece empati yaparak adamın yerine kendimi koyabildim, bu yüzden erkek okurları bence daha çok düşündürür ve hayatlarındaki bazı şeyleri düzeltebilirler.
Çünkü gerçekten bir insanın hatasının hayatında nereye kadar devam edebileceğini gösteriyor,
Bana kelebek etkisi hissi verdi, bir olay yıkılınca hepsi dökülmeye başladı.
*
Ve adamın yanında kimsenin kalmaması..
hepsi sırayla öldü, en çok şaşırtan kısım bu oldu gerçekten kafamı kaldırıp düşündüm ne nasıl diye, babasının kaybı, askerlik gibi olaylardan sonra tekrar toparlanmalarını beklerken adamın oğlunun öldüğü kısım sonrasında kimse toparlanamadı. Zaten adamın ailesinde sorun olmasa köyde problem eksik olmuyor.
Gerçekten hayattan izler taşıdığı için bana yaşanmışlık duygusunu çok net verdi.
yazım dili çok basit bu yüzden rahatlıkla ve akıcı bir şekilde okunması beni mutlu etti.
Öküzle arasında olan insan-hayvan ilişkisi bile çok özeldi.
Beğendim