Ah Ursula ne kadınsın!
...öğle sıcağından gül bahçesinin gölgesiyle kurtulacak, parmaklıklarına da eğreltiotu ve begonya saksıları dizilecek bir taraça yaptırdı.
Brooke mu? hayır, ben soytarının biriyim; senin kahkahanın, sirk maymunlarının ve kaplanların, saat 5:30 olmadan sekreterlerini düzen iş dünyasının sirk
Sayfa 160 - Parantez yayınları
Reklam
"Hava da domuzuna güzel"
Bir yazı yazmak istiyordum. Kâğıdı kalemi aldım, taraçaya çıktım. Taraça dediğim, oturduğum otelin en üst katında. Hava da domuzuna güzel. Ilık bir mart güneşi, iliklerine kadar ısınıyor insan. Böyle havalar, kış sonlarında, çok kişileri mesut eder. Saadet nedir? Herkes saadeti tanımış mıdır bu dünyada? Bu meseleler üzerinde uzun uzun konuşmak mümkün. Kim bilir, belki o zaman ben de bu söylediğim sözden vazgeçerim. Ama zaman zaman ben de kendimi mesut sansam ne çıkar? Büyük saadetlerden hiçbir vakit nasibim olmayacağına göre bunlarla avunayım bari. Oturdum. Ne yazayım diye düşünmeye başladım. Acaba hikâye mi yazsam? Hikâyede konunun pek o kadar mühim olmadığını söyleyenler de çıktı. Ama ne olursa olsun, bir vaka lazım. O vakanın bir başı bir sonu olması lazım. Üstelik vaka da, alışılmış bıkılmış vakalardan olmamalı. Küçük burjuvanın hayatını anlatan, onun zaaflarını, onun adiliklerini dünyanın en büyük kahramanlıkları, en asil heyecanları gibi gösteren hikâyelerden illallah dedik artık. Bütün ıstıraplar aşktan doğuyor. Oysaki öte yandan milyonların, milyarların ıstırabı var. Ama ne yazık ki biz o insanı tanımıyoruz. Girmişiz küçük burjuvanın içine, yuvarlanıp gidiyoruz.
Sayfa 15 - YKYKitabı okudu
Hayat, taraça ve ağaçlar kar altındaydı. Sanki ortalığa ölümün geçişinin sessizliği değil, ölümün kendisi çökmüştü. Kar taneleri ölümü anlatan sözcükler gibi, bir vahiy gibi bahçeye iniyordu.
Ben taraça üzerinde yakaran ermişim, hayvanlar yayılırken Palestina denizine dek. Karanlık koltukla oturan bilginim ben. Dallarla yağmur çarpar okuma odasının penceresine. O bodur ağaçlar arasındaki yolda yürüyen benim; su bendinin uğultusu ayak sesimi örtüyor. Uzun uzun bakıyorum karasevdalı altın akıntısına batan günün. Engin denize açılan mendirekte bırakılmış çocuk ben olmalıyım, o oğlancık, alnı göğe değen, ağaçlık yolda. Patikalar çetin. Katırtırnağı örtmüş tepecikleri. Yaprak kıpırdamıyor. Nasıl uzak şimdi kuşlar, pınarlar. Dünyanın sonudur varacağın yer, böyle gidersen.
Kitapçıya tekrar gittiğimizde bisikletlerimizi dışarıda bırakıp içeri girdik. Özel bir duygu uyandırdı bu. Sanki birisine kendi özel ibadethanenizi, taraça gibi, yalnız kalmak, başkalarını düşlemek için geldiğiniz gizli yerinizi gösteriyordunuz. Burası, sen benim hayatıma girmeden önce seni düşlediğim yer.
Sayfa 107Kitabı okudu
Reklam
Gelgelelim, ofis, l 990'larda başka mecralardan gelen anlamcıklarıyla kullanım alanını iyice genişletti. Fransız ca "büro" kelimesine epeyce alışmıştık ki, ofis ortaya sürüldü. Herhangi bir çalışma yerine ofis denebiliyor şimdilerde. "Rektörün ofisi", "profesörün ofisi", "memurlar ofislerinde",
Baharın Etkileri
Bir yazı yazmak istiyorum. Kağıdı kalemi aldım, taraçaya çıktım. Taraça dediğim oturduğum otelin en üst katında. Hava da domuzuna güzel.Ilık bir Mart güneşi iliklerine kadar ısınıyor insan. Böyle havalar kış sonlarında çok kişileri mesut eder. Saadet nedir? Herkes saadeti tanımış mıdır bu dünyada? Bu meseleler üzerinde uzun uzun konuşmak mümkün. Kim bilir belki o zaman ben de bu söyledigim sözden vazgeçerim. Ama zaman zaman ben de kendimi mesut sansam ne çıkar? Büyük saadetlerdan hiçbir vakit nasibim olmayacağına göre bunlarla avunayım bari.
“müziğin bahçesi yasak elmalar ve lezzetli baharın lezzetli doğuran toprağın taraça güzeli”
90 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.