İçerisinde bulunan sekiz öyküden oluşan tek kitabıyla şahsi kanaatime göre Türk edebiyatında Oğuz Atay öykücülüğü olarak yeni bir öykü tarzı oluşturdu. İletişimsizlik, yabancılaşma gibi konular daha önce birçok öykü kitabında işlenmiş olsa da Oğuz Atay bu temalara çok dürüst bir kendiyle hesaplaşma tavrı ekleyip teknik olarak da ironiyi
Yanlış, mutsuz bir evlilik yapmaktan korktuğum için evlenmeyi asla düşünmeyen biriydim. Açıkçası birlikte yaşaması, geçinmesi, anlaşması çok da kolay olmayan biriyim. Aslında bu kitapta kendimi fazlasıyla buldum. Ne kadar yapılmaması gereken davranış varsa neredeyse hepsini ilişkimde yaptığımı ve ilişkiyi zor duruma düşürenin çoğunlukla ben
Babaya Mektup kadar içime dokunmadı..
Franz Kafka, bu kitapta çocukluğundan gençliğine kadarki yaşamında babasının onda bıraktığı derin yaralarını, babasının yüzüne söyleyemediklerini yazmış..
Kitap, babasına yazdığı mektuplardan oluşuyor. Kafka’nın mektuplarını yok etmesi için verdiği arkadaşı Max Brad vasıtasıyla
Bilenler bilir, edebiyat camiasında Kafka denildi mi şöyle bir durulur ve düşünülür. Peki Kafka ne kadar tanınıyor Türkiye'de? Çok az. Kafka'nın sadece Dönüşüm, Şato, Dava, Amerika, Açlık Sanatçısı... gibi eserlerini okuyarak Kafka'yı anlamak mümkün değil. Hatta Türkiye'deki birçok okur Kafka'nın eserlerini nasıl yazdığını ve yayınladığını da
Merhabalar, keyifli kitap okumalar.
Toplanın ebeveynler özelikle de babalar, size birkaç sözüm olacak.!
Bu kitabın incelemesini yapmayacaktım ama anlattığı, vurguladığı çoğu konu günümüz de hala devam ediyor ve çoğu çocukları etkiliyor olmasından dolayı, çocukluk zamanıyla ilgili düşünce ve görüşlerime yer vermek istedim.
(Bunu yapmamda ki tek
Ah Nurdan Gürbilek, sayfalarca yazsan, hiç bıkmadan, yorulmadan, şevkle okusam seni, başa sarsam, bir daha bir daha okusam, okumalara doymasam...Öyle ki nitelikli, öyle ki donanımlı, öyle ki mükemmelsin!
Gürbilek'in alanında en iyilerinden biri olduğunu kanıtlayan bu eseri, kendi tabiriyle "Bir yazarı, bir başka yazarın ışığında okuyan
İlk kahramanlarımız Babalarımız....
Daha ilk adımlarımızda başlar onlara güvenimiz. Küçücük ellerimizle sıkıca tutarız ellerinden, düşmemek için. Bisiklet sürmeyi öğrenirken biliriz ki arkamızda, düşmemize izin vermez. O varken kimse bize bişey yapamaz. Oyun oynarken bile tartışmalarında demez mi çocuklar "seni babama söyliycem."
Uykularım kaçmaya başlamıştı yine. Sezonluk dizi gibiydi gördüğüm kabuslar, geceleri uyuyamıyor sabah da uyanmak bilmiyordum. En son ne zaman beraber kahvaltı yaptığımızı hatırlamıyorum baba, özür dilerim.
Akşamları tarladan gelince kapıda karşılar kırk yıldır hasretmiş gibi öperdim ya hani (öyle derdin),
"Öte git Saadet gızım bi, üstüm
"Sevgili Tanrı, Babama kalsa hayatta en güzel günler çocuklukmuş. Erkenden yatağa yollanıp hiçbir şey seyredememenin nesi güzel? Ne olur şunu babama anlatır mısın?" Jo
Gökçen'nin öncülüğünde... Birkaç arkadaşımız da var okuyup değerlendireceğiz inşallah.
Şu ana kadar kimimiz babasına, elimize kalemi alıpta mektup yazmıştır? Ya da kimimiz babasına bayağıdır söyleyemediği şeyleri yazarak anlatmıştır?Aslında
Farid Farjad’ı ilk kez “Ghoghaye Setaregan” parçası ile tanımıştım. Kulaklarımdan başlayarak tüm bedenime yayılmıştı o tını. Öyle sevmiştim ki dinlemek yetmedi, keman çalmak istedim. Babama söyledim; “Ne olur bana keman al.” diye. Babam bunun geçici bir heves olduğunu bildiği için almak istememekte haklıydı. Doğum günüme uyandığım bir mayıs sabahı
Hep derler ki, 'ah o eski günler...' geçmişe hasret kalmış bir çağdayız, ye çağın insanı bile tatmamışken geçmişin lezzetini, O günleri arar. Bunun sebebi ne? Çünkü biz kalabalıklar arasında yanlızlaştık. Geçmiş yalnızken bile bir kalabalıkta, güvendeydi. Biz otururken - telefon, pc, tablet başında- yorulduk, geçmiş koşuşturmalar arasında