Dünyaya olan kayıtsızlıkları bazan o kerteye varıyordu ki, kendilerine altın ve gümüşten,
zevk ve safadan, lezzet ve şehvetten bir
alem kurup, keder ve ızdırap fikirlerinin
kafalarına girmesine izin vermiyorlardı.
Oysa Uzun İhsan Efendi, Dünya'nın şahidi
olmak gerçek bir ibadet olduğunu sık sık
söylerdi. Her insan şu ya da bu şekilde
dünyayı okumalıydı. Kuran'ın kendisi
peygamberin dünyayı nasıl okuduğuna
bir örnekti ve onun ardında giden herkes,
dünyayı onun gibi okuyup şahadetlerini yazmalı ve bunları başkalarına aktarmalıydı.
Dünyaya şahit olmanın yolu ise
maceranın kendisinden başka bir şey
değildi.Yaşanılanlar, görülenler ve
öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük bir nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu Dünya'nın şahidi olmaktı.
Bir insanın mutluluğunu istemek başka, onu mutlu etmek başka bir şey. Özünde iyi bir insan olduğunu düşünüp insanların mutluluğunu istiyor olabilirsin, bu seni tam anlamıyla iyi bir insan yapmaya yetmez, sadece zararsız biri yapar. Ama insanların mutluluğu için bir şeyler yapma imkanın varken yapmıyorsan, bu seni kesinlikle kötü bir insan yapar. Bana kalırsa iyi insan olmanı temel kriteri, başkalarının mutluluğuna açılan kapının anahtarını rehin gibi elinde tutmamaktır. Ya hiç kimseye mutluluk vaat etmeyeceksin ya da bu şekilde ele geçirdiğin anahtarı rehin olarak kullanmayacaksın. Bu hiç adil ve dürüst değil Sema, bunu şimdi daha anlıyorum. Biz birbirimizi sevmekle birbirimize mutluluk vaat etmiş olduk ama yeri geldi bu vaadimizi çelik kasaya kitleyip anahtarını da elimizde salladık üstelik " senin mutluluğun benim elimde artık, istersem mutlu olursun istersem mutsuz" der gibi
Pek çok kişiyi bir kıyıdan öbür kıyıya geçirdim, binlerce kişiyi; hepsi için de ırmak, yolculuk sırasında karşılaşılan bir engelden başka bir şey değildi. Para pul, iş güç peşine düşmüşlerdi, düğün derneklere seğirtiyor, hac yerlerini ziyarete gidiyorlardı ve ırmak bir engeldi yollarının üzerinde, kayıkçı da onları bir an önce bu engelin üzerinden aşırmak için vardı. Binlerce kişinin arasında pek azı, topu topu dört ya da beşi için ırmak bir engel olmaktan çıktı, bu insanlar ırmağın sesini işittiler, ırmağın sesine kulak verdiler ve ırmak benim için nasıl kutsalsa, onların gözünde de kutsallık kazandı."
"Zekanın en sivri noktası şüphe ve tereddüttür. Bütün Rönesans bir şüpheden doğdu. Bütün yeni felsefe zaferini Descartes'ın şüphesine borçludur. Fakat mücerret sahada zekanın evcini işaret eden bu şüphe ve tereddüt, amelî sahada ölümden başka bir şey değildir. O noktaya kadar çıktıktan sonra, insanın hayat ve müşahhas dünya içindeki azamî kıymetine varabilmek için, tereddütten karara geçmesini bilmek lazımdır. Çünkü bu, ölümle hayat arasındaki huduttur."