Bu insanlar, hafif ve keyifli, sarışın başlarını sallıyor, hayatın içinde bir balo salonunda gibi salınıyorlardı. Bu gözlerin hiçbirinde kaygı yoktu, omuzların hiçbirinde yük. Bu şen gönüllerde belki tek üzüntü, belki tek gizli kahır yoktu. Ve ben genç ve çiçeği burnunda bu insanlarla yan yana yürüyordum. Mutluluk denen şeyi çoktan unutmuştum. İçimde bu düşünceyi okşayıp nazlıyor, korkunç bir haksızlığa uğradığım sonucuna varıyordum. Şu son ayların bu acayip zulmü neydi bana karşı? Zihnimi toparlayamıyordum artık. Her zaman, her yerde en tuhaf azapları ben çekiyordum. Hayallerime sokulan, kuvvetlerimi darmadağın eden ufak tefek, anlamsız raslantıların, sefil ayrıntıların baskısına uğramaksızın, bir başıma, ne bir park kanapesinde oturabiliyor, ne de bir tarafa gidebiliyordum. Yanımdan geçen bir köpek, kibar bir erkeğin yakasındaki sarı bir gül, zihnimin dengesini bozuyor, beni uzun zaman meşgul ediyordu. Nem eksikti benim? Tanrı beni mi göstermişti? Neden bir başkasını değil de beni? İlle gösterilecekse niçin Güney Amerika'da bir adam gösterilmiyordu? İşi kurcalayıp derin düşündüm mü aklım karışıyor, Allah'ın hikmetine mihenk ve tecelli taşı olarak neden benim seçildiğimi bir türlü anlayamıyordum. Beni bulmak için bütün bir dünyayı atlayıp geçmek, çok garip bir usuldü doğrusu. Eski kitaplar satan Pascha, sevkiyatçı Hennechen ne güne duruyordu!
Beklediğim. Özlediğim.
Yolunu gözlediğim.
Neredesin...
Her gece göz yaşlarıma sevgimi gömdüm.
Dudaklarımdan çıkan her sözcükte hayat bulsun,
Yüreğime serpilsin diye.
Mum ışığına resmini çizdim.
Mum gibi bu ayrılık erisin diye...
Sensiz ne kadar zor olsa da sensizliğe,
Bekliyorum bir gün geleceksin diye...
Artık çok özlediğim düşlerim gerçek olmalı, artık rüyalara
uyuduğum zaman uyanmamalıyım...
O çok özlediğim sevgiye alda götür beni..
Bir güneşin altına sığınmalıyız ve ruhumuzu aynı yağmurlar ıslatmalı...
Yetmedi mi sensizliğim?
Her şeye razı gözlerim yeter ki tek seni göreyim..
Gel tut kolumdan götür beni...
Sen yokken mevsim kış, tut da baharlara çal beni...
Hazırım ben. Bekliyorum....
Tut Yüreğimden!..
Sevgiye Götür Beni...
Yeter ki sabahlara sen uyandır beni...
Uzun zamandır tanıştığım Nietzsche'yi, Camus'u, Sartre'yi, Schopenhauer'i, Foucoult'u evden kapı dışarı ettim. Birbirimize bağırıp çağırdık. Ben onları suçlarken onlar bütün bunların benim aptallığımdan kaynaklandığını söylediler. Kiminin yakasına yapıştım, kimini de öfkeyle ittim.
Ortalık darmadağın olmuştu bağırışlarımızdan, itiş kakışlarımızdan.
"Defolun artık!"
"Sen aptalın tekisin."
"Huzurumu bozuyorsunuz."
"Biz mi? Gülelim bari. Asıl biz sana katlanıyoruz bunca zamandır. Bütün apta…"
"Gidin buradan! Nefes alamaz hale geldim."
"Umarım geberip gidersin."
"Ama önce siz gideceksiniz."
"Ne hâlin varsa gör."
Bir kenarda, olup biteni sessizce izleyen Gazali'ye yaklaştım.
"Ne yapacağım şimdi? Ne yapacağım ben söylesene?"
"O'na teslim olacaksın."
"Nasıl?"
"İnsan sayısı kadar yol vardır. Önce yola çıkmak gerek."
"Gücüm yok."
"Sen yola yönel. Adım atacak olan sen değilsin."
"Yapamayacağım. Buna cesaretim de, gücüm de yok. Hiçbir şey bilmiyorum."
"O'ndan iste."
desem ki, yeryüzüne beş peygamber geldi; beşincisi sensin. desem ki, iki kişi kaldık dünyada; ikincisi sensin. desem ki, birisi var yeri göğü var eden; o da sen olurdun. sana tapmak için kilden bir heykel yapardım güzelliğince. bilsem ki sen tanrı'dan iyisin, bilsem ki tanrı senden güzel değil. senin o kocaman kocaman gözlerin yok mu, nasıl
"Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı?
Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı?
Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan,
Niçün kılmaz bana derman beni bîmar sanmaz mı?
Şeb-i hicran yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım,
Uyarır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı?
Gûl-i ruhsârına karşu gözümden kanlu akar su,
Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı?
Gâmım pinhan tutardım ben dedîler yâre kıl rûşen,
Desem ol bî-vefâ bilmem inanır mı inanmaz mı?
Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil,
Beni tan eyleyen gafîl seni görgeç utanmaz mı?
Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır,
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı?"
Fuzûlî
Not (1): Bu incelemenin temelleri 45 dakikalık bir antrenman esnasında müziğin yardımıyla aniden atılmıştır. Antrenman ne kadar verimliydi emin değilim ama bu inceleme oldukça verimli oldu ve iddialı söylemlerde bulundu.
Not (2): Cinsel uzuv imgelemine hassas olanların dikkatine. Çünkü birkaç yerde karşınıza çıkacak.
Not (3): Kitap bahane
Küçük çocuklar birbiriyle seks oyunları oynarken bile toplumsal rollerle başlarlar -sen doktor ol, ben hasta olayım- sanki cinsel keşif minimal bir senaryoyu, herhangi bir şeyin olması için mekanların temel bir konumlandırmasını gerektirir. Bu mekanlar kaçınılmaz bir biçimde cinsiyetlidir -sıklıkla aktif/pasif şablon kullanılır- fakat çocukların sürekli olarak rol değiştirmeye can attığı da dikkate değer: "Şimdi de ben doktor olacağım, sen hasta olacaksın." Bu rolleri yaşama biçimimiz biz büyüdükçe daha sabit bir hale gelebilir ama içine şifrelenmiş farklı kodlarla birlikte senaryo hep oradadır
Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
Iyisi mi,beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni gorebilesin
Fedakarliğimi anlıyorsun
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşiyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orada beraber yaşarız.
İnsan kaybolmayı ister mi?
Ben işte istedim bayım.
Uzaklara gittim
Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin
Uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım!