Annem, bir işe başlayınca tam yapmak lazım derdi hep eskiden. Yemek pişirilecekse ziyafet, ev temizlenecekse köşe bucak. Yılların lekesiyle kirlenmiş koca bir ev, temizlenmeyi bekliyor. İçimden, çocuklarını dağınıklıklarını toplamaya çağıran bir anne gibi odalara doğru seslenmek geçiyor: Ey zaman, topla evin her yerine dağılmış galiz sesini. Sil hatıralarımın üstünde tepindiğinin şahidi ayak izlerini. Ben senden bıktım. Sen de artık bırak peşimi.
Sayfa 230 - Hep KitapKitabı okudu
bin ahımın hakkı toprağa kalsın
Bir ilaç içsem bari diye düşündüm, Biraz kolonya sürünsem, Ferahlasam, pencereyi açsam. Şöyle bir şey yazdım sonra: Yağmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehre Sıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde. Berbattı, Bir şiire böyle başlanmazdı. İç ses diye söylendim, Ardından Yıldırım Gürses... Aptal aptal güldüm bir de buna. Ayşecik vazoyu
Reklam
Her şeyden daha fazla karşımıza çıkan, biz kendimiz bebekken ve çocukken bize verilenlerdir. Eğer nasıl yetiştirildiğimizi ve ondan kalan mirası incelemiyorsak, o da döner gelir ve bizi kemirir. Kendinizi, "Ağzımı açtım ve sanki annem konuşuyordu” gibi cümleler kurarken bulabilirsiniz. Tabii ki eğer onların söyledikleri kendinizi istenen, sevilen, güvende hisseden bir çocuk olarak hissettirdiyse, bunda hiç sorun yok. Ama genellikle söylenenler, bunun tam tersini gösteriyor. Karşımıza çıkanlar ise özgüven eksikliğimiz, kötümserliğimiz ve savunmalarımız gibi duygularımızı bloke eden şeyler ve duygularımızın içinde boğulma korkumuz olabilir. Veya, özellikle çocuklarımızı anlama zamanı geldiğinde, onlara dair bizi sinirlendiren şeyler, onlarla ilgili beklentilerimiz veya onlar adına duyduğumuz korkularımız olabilir. Biz, bir milenyum kadar geçmişi olan ve gelecekte de kim bilir nereye kadar uzanan o zincirdeki tek halkadan başka bir şey değiliz ne de olsa.
"İnsan bir kez dünyanın öte ucuna gitmeyegörsün, çok kolay unutulur..."
Sayfa 117
Annem, kentin akışına yetişemiyor, çok çalışmaktan yorgun düşüyordu. Çocukluğundan söz ederken, eskiden hayatın bu kadar hızlı değişmediğini söylüyordu. O zamanlar, diyordu, yenilikler yavaş gelirdi. Hayatımıza alıştıra alıştıra dâhil olurdu. Yenilikler bizi heyecanlandırır, ama şaşırtmazdı. Ertesi gün neyle karşılaşacağımızı bilirdik. Şimdi öyle mi? Yenilikler süratle geliyor, yine aynı süratle gidiyor. Eskimeye olanak bulamadan hayatımızdan siliniyor. Ardında ne iz ne anı bırakıyor. Biz bir yeniliğe ayak uyduramadan, yerini bir diğeri alıyor. Oysa insanın bir sınırı var. Kaplumbağadan hızlı yürür, tavşandan yavaş koşarız. Zihnimizin ve duygularımızın da sınırı var. Geleneklerin önünde gider, yeniliklerin ardında kalırız. Bu dengeyi zorlayan değişim, içimizdeki teraziyi kırıyor. Yeni, eskinin devamı olamıyor, çünkü eski yok. Her şey atığa dönüşüyor. Süreklilik unutuluyor. Bağlanmak, değerini yitiriyor.
***** O günlerde annem bana sık sık, “Mutlu olduğun sürece fakir olmak utanılacak bir şey değildir,” derdi. *****
Sayfa 121 - Jaguar KitapKitabı okudu
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.