Hatırladığım kadarıyla ölüm konusunu bu kadar net işleyen kitap ilk defa okudum (Türk yazarlardan). Konu olarak beni çok etkiledi. Özellikle baba oğul ilişkisi ve anlatıcının babasıyla ilgili ifadeleri ve hisleri üzdü, aynı zamanda düşündürdü.
Samimi ve doğal bir üslubu olan bu kitapta akrabalar hepimizin ailesinden, çevresinden insanlar gibiydi. O yüzden akıcı gitti.
Yazar günümüz yazarı olmasına rağmen içinden yeni duyup anlamını öğrendiğim 20den fazla kelime oldu. Kitap okumanın en çok sevdiğim yönlerinden biri de bu zaten
#spoiler
İçinden onlarca alıntı kaydettim. Onlardan gözümde öne çıkan bir kaçını bırakıyorum;
-Sıhhiye İsmail, elindeki o sivri uçlu pensle babamın yokluğunu deşiyordu sanki bende ve farkına varmadan onu her defasında daha da derinleştiriyordu. (Anlatıcı burada babasının uzakta oluşunun hissiyatını vurguluyor.)
- Babalar, alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır.
- İyi ki babasını bu halde görmedi dedim ben o gün kendi kendime. Bir çocuğun, babasını öyle görmesi iyi olmazdı çünkü. (Kültürümüzde güçlü baba figürünün yansıması olan bir cümle.. )
- Birisi önümde durup, hüküm Allah’ın, başın sağ olsun, dediğinde babam yeniden ölüyordu çünkü. Sonra bir başkası geliyor yeniden, bir başkası geliyor yeniden, yeniden, yeniden ölüyordu. (En çok etkilendiğim alıntı.)