“birden onun havada istiap ettiği yerin bir aynı ruhumda mevcut olduğunu hissettim ve bir-iki sene evvel çirkin addettiğim bu kadının ruhuma açtığı, ruhuma verdiği münferit, güzide güzelliğin nasıl nafiz, nasıl mühlik bir zehir olduğunu ve bu insanın varlığına bir kere damladıktan sonra bütün zerratın onu nasıl çekip massettiğini düşündüm. ve o zaman anladım ki, artık kendi ruhuma karşı riyayla bu merbutiyetin cinsini örtmeye çalışmak beyhude bir şeydi. korkak bir şeydi. anladım ki onu ümitsiz ve şifasız bir surette seviyorum. bu, o kadar yavaş yavaş benliğimi istila eden bir şey olmuştu ki dimağıma, kalbime ve ruhuma, bütün mevcudiyetime ağır fakat kati bir kudretle yerleşmiş, yayılmıştı. şimdi artık bütün mevcudiyetimde ondan ari bir nokta, bir cüzi fert bile yoktu ki şurası da boş diyebileydim. bu bana nihayetsiz bir hüzün, aynı zamanda nihayetsiz bir zevk veriyor. bu ebedî mahrumiyette, bu kimsenin bilemeyeceği arzularda, ebediyen isaf edilmeyecek feryatlarda müstesna bir hayat ezgisi var.”