Sahâbî, Peygamber tabiriyle gökteki parlak yıldız. Sahabi, Müslüman olarak O'nu bir kerecik gören, yahut, O'nun tarafından bir kerecik görülmüş olan... Cihan Peygamberini bir kerecik gören... İsterse tek saniyecik olsun... Bir kere o varlık nurunun mukaddes yüzüne bakmış olan... İsterse bir an sürmüş olsun... Ne zaman kıymet taşır, ne mekân... İsterse tek lâhza ve göz plânının en uzak haddi içinde görsün... Tek O'nun nazarı kendisine değmiş bulunsun... Bu görüş ve görülüş öyle bir imtiyaz ki, bundan daha üstün bir şey tasavvur edilemez. O, mukaddes gözlerinde ilâhî okyanusların kaynaştığı sonsuzluk nebisini görmek veya onun tarafından görülmek...
Sayfa 11
Ey günahkar kardeşlerim!
Allah'a Karşı Cüretkâr Olmak, Azab ve Gazabından Emin Olmak Bu aynı zamanda kalp afetlerinin kırk üçüncüsüdür. Bunun zıddı, havfdır. Eğer havf (Allah korkusu) saygı ve heybetle beraber olursa haşyet diye isimlendirilir. Korkunun hakikati, hoşlanılmayan bir duruma düşerim kaygısıyla kalpte meydana gelen bir ürpertidir. Bunun sebebi ise
Sayfa 281
Reklam
Sevgi de bir alışkanlıktır. Kalbe bir kere giren şeyler değişmez. Ne olursa olsun hep oradadır. İster nefret ister sevgi
Sayfa 515
Bir kere olsun bir otelde gecelememişlerdi.Bir kere olsun kalıcı bir ilişki,bir dostluk kurmamışlardı.Bir kere olsun bir hedefleri varmış gibi,yolculuk edememişlerdi.
Sayfa 143
Hayatımın tümüne “olduğu kadar“ ismini verdim. Öyle güçlü bir zırh ki “olduğu kadar”. Her zaman ve her şeye, gerekli veya gereksiz söyleyiver gitsin. Kendi kendine durduğun yerde arka arkaya beş bin kere söyle istersen. Tanıdığım ve tanımadığım herkes, biliyorum ki olduğu kadarıyla yetiniyor. Dünya çirkin bir yer olsun istiyorsan, “olduğu kadar” çirkindir. Birisini çok mutlu etmek istersen eğer, “olduğu kadar” mutlu edersin onu. Olduğu kadarı seni rahatsız ediyorsa, ona yine olduğu kadar itiraz edebilirsin.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarını Anadolu yollarında dolaştıran, bin bir güçlükle güreştiren yapıcı ve yaratıcı ağrı, Malazgirt'in ve büyük fethin başladığı işi asırlar boyunca devam ettirecek ve nasıl Sinan ile Nedim'i, Yunus ile Itrî'yi muzaffer rüyalara borçlu isek, gelecek çağların şerefini yapacak olan isim ve eserleri de İnönü'nde, Sakarya ve Dumlupınar'da harita başında geçen uykusuz gecelere ve bu gecelerin ağır yükünü kemik ve kanı pahasına taşıyan isimsiz şehit ve gazilere borçlu kalacağız. Ankara Kalesi bu akşam saatinde bana bir milletin, tarihinin ne kadar uzun olursa olsun, birkaç vak'anın etrafında dönüp dolaştığı, birkaç büyük ve mübarek rüyaya, yaratıcı hamlenin ta kendisi olan bir imanın devamına bağlı olduğunu bir kere daha öğretti.
Reklam
Kelimesi kelimesine bulamam ama içimden geçen şu ki hepimizi efsunluyor burası. Nedir bizi çeken bilmiyorum. Ne dediğimi anlıyor musun? Cüzdanımı unutmuşum dediğinde dolmuş şoförü para almayıverir, kaç kere şahit oldum. "Hakkını helal et" in cevabı "Helal olsun" dan başka nedir buralarda? Sor bakalım itfaiyeye, kedi ağaçta kaldı diye kaç defa merdiven dayamışlar oraya buraya. Buna mukabil, Asuman hanım,buna mukabil, altı aylık bebeğe tecavüz edenler, aşığıyla bir olup kocasını otuz iki yerinden bıçaklayanlar, namus uğruna kızının öldürülmesine ses çıkarmayan analar, yol kavgasında arabayla adamın önünü, sonra gırtlağını kesenler, geç vakit sokakta kadın gördüğünde baştan ayağa tecavüz kesilenler, çocuğunu dayaktan öldüren babalar, kendi yeğenine sırayla tecavüz eden amca oğulları da bizden çıkar: bunu da yaz bir kenara. Şizofreniyle bilgelik arasında bizim kadar hızlı gidip gelen başka bir toplum var mıdır bilmiyorum. İşte onun için Asuman hanım, sen sosyoloji oku: işine yarar.
Sayfa 109Kitabı okudu
en çok onunla bakıştımdı, bir kere olsun dilegelsindi, çok istedimdi.
Sayfa 32 - Metis Yayınları
Utangaçça başını salladı. "Hâlâ dimdiksin," dedim. Nefes nefeseydim, bir kere daha önlüğümün ipini çözmeye çalışıyordum. "Öyle."
Sayfa 296
On ruble dilenmek için beş kere İsa'yı anan, bu dalkavukça, yaltaklanan mektupları, zavallı bir avuç para için yalvaran, ağlayan, inleyen bu korkunç mektupları okurken insanın kalbi daralır. Geceler boyu çalışır ve yazar, karısının yanı başında acılar içinde inlemektedir, sara illeti hayatı onun gırtlağından söküp almak için tırnaklarını çıkarmıştır, ev sahibesi polisle birlikte gelip kirayı istemekte, ebe ücreti için dırdır edip durmaktadır - bütün bunlar olurken o Suç ve Ceza'yı, Budala'yı, Ecinniler'i, Kumarbazı on dokuzuncu yüzyılın bütün bu büyük eserlerini, ruhsal dünyamızın bu evrensel kişiliklerini yazmaktadır. Çalışmak onun kurtuluşu ve ıstırabıdır. Yazarken bir anlamda Rusya'da, vatanında yaşar. Dinlenme zamanlarında Avrupa'da, Katorga'da sararıp solmaktadır. Bu yüzden eserlerine giderek daha fazla gömülür. Bunlar onu sarhoş eden iksirdir, bunlar onun zavallı sinirlerini en yüksek hazza ulaştıran oyunlardır. Ara sıra, tıpkı hapishanenin kazıklarına çentik atarak yaptığı gibi günleri sayar: Bir dilenci olarak da olsa vatanına dönmek, ne olursa olsun dönmek! Rusya, Rusya, Rusya... onun umutsuzluğunun bitmek bilmeyen feryadıdır. Ama henüz geri dönemez, eserlerinin ortaya çıkabilmesi için henüz isimsiz biri olarak kalmalı, bu yabancı sokaklarda bir kurban olarak, tek başına, feryat figan etmeden, yakınmadan dolaşmalıdır.
Sayfa 104
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.