"Habib Bektaşın Gölge Kokusu, sıradan bir ödül romanı değil; iyi bir yazarın, sabırlı ve titiz çalışmasıyla yazılmış, alabildiğine usta işi bir roman."
-Fethi Naci, Yeni Yüzyıl-
"Her şey kokar mı, dede?" diyorum.
"Her şeyin bir kokusu vardır, kızanım," diyor. "Toprağın bile!" Her mevsim bir başka kokar toprak. Bahar aylarında bir çocuk kokusu yayılır topraktan. Narin ama dirençli. Yaz aylarında karnı burnunda bir kadın sanki; ağır, bereketli. Sonbaharda hüzün kokar, kışın uyku. Şimdi, baharın son günlerinde, çocuk gülüşlerinin kokusunu duyarsın. Hele yaz ayları! Bir parça da koklayana bağlıdır, alınan koku." Bir avuç toprak alıyorum yerden. Kokluyorum. Dedemin anlattığı kokuların hiçbiri gelmiyor. Dedem üzülmesin diye "Doğru!" diyorum. Gülüyor dedem. "Gözlerini yummadın ki!" diyor. Ah bu dedem, her şeyi bilir!
Fethi Nacinin Yüzyılın 100 Romanı adlı çalışmasında yer alan, Atıf Yılmazın ise Eylül Fırtınası adıyla beyaz perdeye uyarladığı Gölge Kokusu, 1980 sonrası kültürel iklimi bir çocuğun gözünden ele alıyor. Darbe sonrası bir yanda Almanyaya kaçmak zorunda kalıp savrulan ve kendi yaralarını sağaltmaya çalışan bir anneyle baba, bir yanda dedesinin yanına bırakılan küçük bir çocuk…
Gölge KokusuHabib Bektaş · Can Yayınları · 201453 okunma
Ellerimde Tarih Tadı Var
her sözcükten bir parça kestim
ellerimde anlam tadı var
bende her insandan bir parça yaşar
bende bütün ömürlerden birer tümce
sevişme gecelerinden birer çizgi
her düğünden bir parça halay bir kadeh neşe
her gerdekten biraz düş biraz heyecan
her ölümden biraz acı her ayrılıktan biraz hüzün
her savaştan bir parça kan ve bir kurşun
her tarladan biraz ter biraz tohum biraz ürün
her fabrikadan biraz ekmek biraz grev ve birer tulum
her yoksul sofrasından biraz açlık biraz tuz ve ekmek bir dilim
her uygarlıktan birer anıt ve sınıf mücadelesi ve bilim
her direniş kentinden bir barikat biraz hayat biraz ölüm
her özgürlük savaşından bir parça umut
her ülkeden birer devrim
her isyandan bir parça kestim
ellerimde tarih tadı var
Harika bir kitap, nefes almadan okudum. Hazin ve gerçek bir aşk hikayesini anlatıyor. İçim param parça oldu. Aşk ulvi bir duygu .Yaşanırken seni ne kadar mutlu ediyorsa , seni terk ettiğinde de o kadar hüzün veriyor. şu bir gerçek, akla mantığa ters düşse de aşk duygusunun yerini hiç bir şey dolduramuyor.
YAĞMUR
Vâreden'in adıyla insanlığa inen Nur
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat
En müstesna doğuşa hamiledir kainat
Yıllardır boz bulanık suları yudumladım
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
Yağmur,
Kitaptaki hikaye, ilk olarak anaokulunun ilk gününde arkadaş olan beş çocuğun ilerki yaşamlarına taşıyacakları güçlü dostluğun başlangıcı ile başlıyor. Ve bölüm bölüm, yaşamlarının her bir dönemine, onların büyümesine, dostluklarının pekişmesine tanık oluyoruz.
Neşeli bir şekilde başlayan kitap ilerledikçe hüzünlendiriyor bizleri. Yaşamın bir de böyle bir yüzü var diyor.
Hayat hem acı hem de tatlı zaman zaman biz insanlar için...
Danielle Steel, akıcı ve sade bir dille kaleme almış hikayeleri.
Çocuklarının mutluluğunu isteyen, beş aile. Anaokulunda başlayan bir dostluk, hayatın getirdiği acılarla büyüyen,sevgiyle ayakta kalan bireyler. Her birimizin hayatından bir parça belki de hikayeyi okurken hissettiğimiz.
Aile ilişkileri, hüzün, neşe,dram, dostluk bağları türünde kitap sevenler için tercih edilebilecek bir kitap.
Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat
En müstesna doğuşa hamiledir kainat
Yıllardır boz bulanık suları yudumladım
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
Yağmur, seni
Hintli yazarın akıllara durgunluk veren yaşam öyküsü.Yokluk had safhada.Bir avuç pirinç yiyebilmek mutluluktu.Bu kitabı okuyunca bir parça ekmeği bile ziyan etmeyeceksiniz.Hele ablasının treni hatta tren yolunu bile göremeden ölmesi tam bir hüzün yağmuru.
Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri 2002 yılında Sait Faik Hikaye Armağanı kazanmış bir öykü kitabıdır. Kitabın içerisinde 10 öykü var. Bu öykülerin birkaçına kısaca değiniyim :
" Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri"nde bitmiş bir aşkın peşinden çekilen yalnızlık anlatılıyor.
" Düş Eş" öyküsünde baba oğul arasındaki ilişki anlatılıyor.
" Elma Ağacındaki Cadı " öyküsünde üniversitedeki dostluğu bir arada tutma, dostlukları anlatılır.
" Çıkış Noktası " deprem olayını, o enkazı anlatmaktadır.
" Köprüden Görünüş " bir dosta yazılan mektuba yer verilmiştir.
" Yayımlanmamış Söyleşi " ise kitabın son öyküsüdür. Yazarın nasıl yazmaya başladığını, yazma serüvenini anlatır.
Öykülerinde duygu ve düşüncelerini içten bir anlatım kullanarak dile getirmiştir. Akıcı anlatım kullanılmıştır. En beğendiğim kısımlardan biri yalnızlık tarifleri oldu. Hüzün melankoli birleşmiş ve insanın kendinden bir parça bulabileceği bir eser meydana gelmiş. Okunmasını tavsiye ederim.
Hayat bize neyi, kimleri getirir bilinmez. İnsanı insan kılan da bu bilinmezlik değil midir? Sadık Yasızuçanlar bir başka kitabında bunu şöyle anlatır: "İnsan yağmur tanesi gibiymiş. Kimisi güle düşüyor kimsi çamura." Ne diyelim sevgili okur. Gül de dünyada, çamur da. Var olun.
Sadık Yalsızuçanlar - Gerçeği İnciten Papağan
Timaş
Bir haftadır piyanoyu bırakmıştım ve Joãozinho'dan ayrılmanın yarattığı ilk pişmanlıklar kendini göstermeye başlıyordu. Salona girdim ve ayaklarımın ucuna basarak ona doğru yürüdüm. Kapağı kaldırdım, o hiç unutamayacağım koku burnuma doldu.
"Selam Joãozinho."
Arkalıksız iskemleyi çektim, oturdum ve parmaklarımı tuşlara uzattım. Sevdiğim parçaları çalmaya koyuldum. Alıştırma değil. Önce Çaykovski'nin Schumann'ın Rêverie'si. Hiç çalmadığım gibi çalıyordum. Yaptığım şeyi sevdiğim için. Olanca içtenliğimle çalıyordum, tüm yüreğimle; bu da bana çok iyi geliyordu.
"Görüyorsun ya, Joãozinho, böylesi ne kadar iyi."
Alıştırma yapmadan geçen bir haftadan sonra parmaklarımın tutukluk yapmayışına şaşırmıştım. Bir parça daha çaldım ve hiç beklemediğim, daha doğrusu bu kadar çok beklemediğim bir hüzün duydum.
Keçe örtüyü büyük bir sevecenlikle yerleştirip kapağını kapadım.
Ödevlerime döndüm ve yeniden Maurice'in sözleri kulağımda çalındı.
Bu kez sözümden dönmeyeceğimden kesinlikle emindim. Korkuyordum. İkinci bir kez başarısızlığa uğrarsam kızabilir, bir daha bana "Küçüğüm" demeyebilirdi. Bu da olmadı mı, ölmeyi yeğlerdim. Ama hepten ölmeyi.
Söylediği umutlu sözlerle ve şarkılarla, gösterdiği neşeye karşın Frida gerçekte bunları hissetmiyordu. Yılların aleyhine çalıştığını biliyordu. Harika işler yapmak istiyordu ama kitapta da söylediği gibi bedeni hep onun yolunu kesiyordu...
Bu kitabı okuduktan sonra, Frida'nın çizdiği tüm resimler hayalimde tekrar şekillendi ve tüm gizli