Tek bir hayat onu kesmezdi. Onunki gibi kuvvetli bir ruh pek çok hayatı ve ölümü barındırabilirdi.
Mine tüm bunların farkındaydı, yaşam onun için sonu gelmez bir yolculuktu. Aklının kıvrımlarında
dolaşan her düşünce, içinde soluk aldığı bu hayatın canlı bir resmiydi. Her rengini, her fırça
darbesini nefesiyle harladığı bir resimdi bu. Yaşamda ardına düşeceği tek şey tutkularının ona yön
verdiği bir aşktı. Aşkla nefes alan bir yaşam... Ve tüm yaşamlara tuzak olan bir tutku. Tutkuları ise
hayatının lokomotifi, bazen ise uçurumuydu. Bu tutkunun peşinden gitmeliydi. Kendini bildi bileli
bunu yaptı da. Hiç geri durmadı sevmekten, tutkularını kovalamaktan. Tutkuyu aramak, onu kovalamak
Mine için olağan bir durumdu. Bunun için olsa gerek, hayatındaki her şeyi en saf haliyle yaşamıştı.
Mutluluğu da, üzüntüyü de hep en yükseklerde, en derinlerde yaşardı. Oyunlardan kurulu bir dünyası
vardı sanki. Oyuncağının elinden alınmasını istemezdi. Hep tutkusunun peşinden gittiği için her şeyi
en saf haliyle yaşamıştı. Mutlulukları, üzüntüleri ve tüm hatırlayıştarı. Dokunduğu her şeyde kalp
atışlarını daha da derinden hissederdi. Nerede ve ne zaman geleceğini de pek düşünmezdi. Mutlu
olduğunda dünyanın en mutlu insanı olurdu. Üzüldüğünde ise dünyanın en mutsuz insanı. ... Bu
kırılganlık onun en saf, en dokunulmamış yanıydı.