Zaman herşeyi unutturarak her malumattan yeni cehaletler doğurur. Hemen herkesçe malum olan bir şey hemen herkesçe meçhul bir şey olur.
................ ..............
Bilen söyler, bilmeyen söyler. Kimin sesi kuvvetliyse onunki duyulur.
Aşksız ve paramparçaydı yaşam
bir inancın yüceliğinde buldum seni
bir kavganın güzelliğinde sevdim.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
Aşk demişti yaşamın bütün ustaları
aşk ile sevmek bir güzelliği
ve dövüşebilmek o güzellik uğruna.
işte yüzünde badem çiçekleri
saçlarında gülen toprak ve ilkbahar.
Kitaplarımın havasını solumayı bilen, onun yükseklerin havası olduğunu , çetin bir hava olduğunu bilir. Onun için yaratılmış olması gerekir kişinin, yoksa hiç de az değildir üşütme tehlikesi orada. Buz yakındır , yalnızlık korkunçtur - ama nasıl da sakin dururlar ışıkta tüm şeyler! nasil da özgür soluk alır kişi! Ne kadar çok şeyi altında hisseder!- Şimdiye kadar anladığım ve yaşadığım felsefe, gönüllü yaşamaktır buzda ve yüksek dağda - yabancı ve kuşkulu olan her şeyi aramaktır hayatta, ahlak aracılığıyla şimdiye kadar yasaklanmış olan herşeyi.
Allah, ilim ve kudretiyle herşeyden büyüktür. Zira O, zatının lâzımı olan muhit ilmiyle herşeyi her şe'niyle bilir. Öyle bir ilmin herşeye taallüku lâzımdır ve hiçbir şeyin ondan gizlenmesi mümkün değildir. Çünkü huzur ve şuhud ve nurani ihata vardır; vücut umumiyeti istilzam eder ve nur-u ilmin bütün âlem-i vücuda ihatası vardır.
Evet, mevcudatta müşahede edilen mizanlı intizamlar ve nizamlı ittizanlar, kasdi hikmet-i âmme ve mahsus inâyât-ı şâmıle, muntazam kazâlar ve müsmir kaderler, muayyen eceller ve mukannen erzaklar, düsturlarının sağlamlığıyla kâinattaki fenleri netice veren itkanat ve herşeyi süslendiren ihtimamat ile suhulet-i mutlaka içindeki kemâl-i intizam ve insicam ve ittisak ve ittikan ve ittizan ve imtiyaz-ı mutlaka, herşeyi bilen bir Allâmü'l-Guyûbun ihata-i ilmiyesine delâlet eder. “Yaratan bilmez olur mu? Onun ilmi herşeyin inceliklerine nüfuz eder ve O herşeyden hakkıyla haberdardır” (Mülk Süresi, 67:14)
İnsanın hüsn-ü san'atının onun şuuruna delâletiyle, hilkat-i insanın ilm-i Hâlıka delâleti arasındaki nisbet, karanlık gecedeki yıIdız böceğinin ışıkçığının, günün ortasında yeryüzünde parlayan güneşin şâşaasına nisbeti gibidir.