Yıllar önce Ankara'da, Sovyet Büyükelçiliği'nde Cengiz Aytmatov İle tanıştım. Rahmetli Oğuz (Akkan) davet etmişti. Hep birlikte kalktık gittik. Baktım Cengiz Aytmatov karşımda ayak ayak üstüne atmış, kasıldıkça kasılıyor. Gerçi misafirdir, dememem gerekiyordu ama, o yanımda benim özelliğim işte. Tuttum onu rezil ettim. "Sen kimsin be yahu?" dedim. "Bu ülkede senin gibi, hatta senden de büyük birçok yazar var" dedim.
"Bir Fakir Baykurt, bir Talip Apaydın var ki, senden on gömlek üstündür" dedim. "Senin tek şansın, yalnızca Sovyetler Birliği gibi büyük bir ülkenin yazarı oluşundur” dedim. Daha bir sürü şeyler söyledim işte, Tanışmadan sonra rahmetli Oğuz (Akkan) koluma girdi "yahu biraz ayıp oldu" falan dedi. Ben de "Ayıp oldu ama o da karşımızda fazla kasılmasın. Ne yapayım ayıp olduysa" dedim "Unutma ki, bizim ülkemizde de bir Yaşar Kemal var. Orhan Kemal var. Kemal Tahir var. Biz onun karşısında ayak ayak üstüne atıp kasılıyor muyuz?" dedim.
Dünyaya getirilir, ama yetiştirilmeyiz. Bizi dünyaya getirenler, yarattıkları yeni insanı yok etmek için gereken her türlü beceriksizliği ve akılsızlığı yaparlar. Doğuştan gelen her türlü potansiyelini daha hayatının ilk üç yılında mahvetmeyi başarırlar, üstelik bu başarılarıyla mümkün olan en büyük suçu işlediklerinin farkında değildirler. Hiç düşünmeden ve sorumsuzca dünyaya getirdiklerinden başka onun hakkında hiçbir şey bilmezler. Bizi dünyaya getirenler, yani ebeveynlerimiz tam bir cehalet ve alçaklık içinde bizi dünyaya getirmişlerdir. Biz bir kere var olduktan sonra bizimle başa çıkamazlar, tüm başa çıkma denemeleri başarısızlığa uğrar ve çok geçmeden vazgeçerler, yine de bunu vaktinde yapmaz, bizi mahvetmeyi başarırlar
Saniyeler dakikaları, dakikalar ise saatleri oluşturuyor ve insanoğlu buna zaman diyor. Zaman ise ömrümüzü acımasızca, büyük bir tüketim çılgınlığıyla elden çıkarıyor. Ve biz bundan kaçamıyoruz.