"Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Zira zannın bir kısmı günahtır."
Hucurât sûresi(49), 12.
İsm, cezalandırılması gereken günah demektir. Zan ise, ihtimal üzerine hüküm vermektir. Binaenaleyh zanna dayalı hükümlerin doğruluğu da zannîdir, asla kesin değildir. Başkasının hakkının söz konusu olduğu yerlerde verilmiş yanlış hükümler neticede iftira ve bühtan olarak büyük bir vebal sebebidir. Zannın kaynağı özellikle eğer kişinin nefsi ise hata ve vebal daha da büyür. Bu sebeple ihtiyat ve tedbir, zannın çoğundan ya da çoğu zandan kaçınmayı gerektirir.
Nuh'un gemisine bühtan edenler
Yelken açıp yel kadrini ne bilir
O Süleyman kuş dilini bilirdi
Her Süleyman dil kadrini ne bilir
Arap atlarında olur fırkalar
Kimi sarhoş yürür kimi ırgalar
Zibilliğe inip konan kargalar
Has bahçede gül kadrini ne bilir
Dünya benim diye zenginlik satan
Helâl ekmeğine haramlar katan
Sonradan sonraya beğliye yeten
Zalim olur il kadrini ne bilir
Karac'oğlan der ki belim büküldü
Ağzımın içinde dişim döküldü
Nuh Nebi'nin haddesinden çekildi
Saz çalmayan tel kadrini ne bilir
Boşver kalbim, "Ihlamurlar çiçek açtığı zaman" dediğinde şair, ıhlamurların aslında çiçek açmadığını bile bühtan edenler oldu. Oysa o çiçek "Bahar"da açar muhakkak..
Değil Mi?
-
Ulu Tanrım, akıl ermez sırrına,
Bin bir ismi hakta pinhan edersin.
İçirirsin sabrın peymanesini,
Hikmetini sonra ayân edersin.
Gizlenirsin bir nüvenin içinde,
Nuh'un Gemisine Bühtan Edenler
Yelken Açıp Yel Kadrini Ne Bilir
Ol Süleyman Kuş Dilini Bilirdi
Her Süleyman Dil Kadrini Ne Bilir
Arap Atlarında Olur Fırkalar
Kimi Sarhoş Yürür Kimi Irgalar
Gübreliğe İnip Konan Kargalar
Has Bahçede Gül Kadrini Ne Bilir
Dünya Benim Diye Zenginlik Satın
Helal Ekmeğine Haramlar Katan
Sonradan Sonraya Beyliğe Yeten
Zalim Olur El Kadrini Ne Bilir
Şehirli nazarında Türk demek köylü demekti. Eski Osmanlılar zamanında Türk sözünün tam köylü karşılığı olarak kullanıldığını Fatih'in Kanunname'si çok açık bir surette göstermektedir. Fatih'in Kanunname'sinin üçüncü faslında yani "şarab içme, çalma ve bühtan" bahsinde birinci madde aynen şöyledir "Eğer biregü hamr içse, Türk veya şehirlü olsa, kadı tazir urd, iki ağaca bir akça cürüm alına". Yine aynı bahsin 16. maddesinde de Türk adı bu anlamda geçmektedir. Bununla birlikte Fatih'in Kanunname'sinde Türk sözü "köylü" anlamına kullanılmakla birlikte ondan çok sonraki belgelerde Türk sözünün bütünüyle kavim adı olarak da geçtiğini görmekteyiz. Osmanlı tarihinde Türk kelimesinin "köylü, kaba" anlamında kullanıldığına dair pek çok belge vardı.
Dedi ki: Kıstâsü’l-müstakîm de nedir?
Dedim ki: Allah’ın Kitabında tenzîl ettiği ve elçilerine onlarla ölçmelerini öğrettiği beş mîzândır. Kim Rasûlüllah’tan ta‘lîm eder ve Allah’ın mîzânlarıyla (bilgilerini) tartarsa hidayet bulur. Ve kim bundan yüz çevirip re’y ve kıyas’a yönelirse, hakikatten sapmış ve yüksekten yere çakılmış olur.
Dedi ki:
Gençlere hep söylüyorum:
"Çocuklar siz yekpâre bir insansınız. Allahu Teâla sizi tek bir kabiliyetle yaratmamış."
Bir insan şunu dediği zaman Allah'a bühtân eder, "Benim hiç kabiliyetim yok." Allah'a iftiradır. Senin bir tane bile değil, o kadar çok kabiliyetin vardır ki,
1) keşfetmene bakıyor,
2) onun değerini bilip yeşertmene bakıyor.
Bühtan,iftirayla başkasını karalar,
Kendisine bakmaz yiğidi yaralar.
Her türlü melanete kapı aralar,
Tükürsen yüzüne gülüpte geçer.
Bırak riyakar-hainler havlasın dursun,
Şaraptan akıl alsın,cümleler kursun,
Pervasız küfürlerden silleler vursun,
Mert kişi sille yese, yerilir mi ki?