ayet İstanbul Boğazından, son padişahla son şehzadesini alarak uzaklaştı.Hiçbir şey kalmadı geriye.Bir büyük boşluk kaldı geriye.Bir de bütün bunları, bulutların ufuk üzerinde koştuğu güz akşamları, kıyıya iyice yanaşan masal gemilerinin gölgelerine bakarak ve dahi o gölgeleri kendisi gibi görebilecek başkalarının varlığını da vehmederek dalgalara
19 Nisan
Bulutların çocukları
Onlar kendilerine bulutların çocukları diyorlar, çünkü kendilerini bildi bileli yağmurun peşindeler. Aynı zamanda da, çölde sudan daha nadir bulunan adaletin peşinde.
Sen, Göklerdeki, çocukların ne alemde ola ki acaba? Sen ve o süzgün, merhametli ve hayır-güzel-olmadığını-asal-iddia -edemeyeceğim yüzün, ya canın sıkıldığı ya da aslında salt Zihinden ibaret olduğun için bir şey düşünebilmek uğruna zihninden çalıp sokağa attığın çalıntı çocukların ne alemde- bunu yapmamalıydın Tanrım, Uyanmışların Kardeşliği adına , kendi zihnindeki çocuklarına acı çekme-ve-ölüm oyununu oynatmamalı, uyumamalı, bulutların üzerinde ,bir başına,kendi yarattığın yıldızlara seslenip çalan müziğe ıslığınla eşlik ederek dans etmeliydin, Ah be Tanrım, bizim gibi kaçık, küçük, kırılgan, kopuk,kalbi kırık hüzünbazları- çocukları- yaratıp içlerine ruh üflememeliydin-
-KOCAKARI ILE ÖMER-
Yok ya Abbas'ı bilmeyen, kimdi?..
O sahabiyi dinleyin, şimdi:
"Bir karanlık geceydi pek de ayaz..
İbni Hattâb'ı görmek üzre biraz,
Çıktım evden ki yollar ıpıssız.
onlar kendilerine bulutların çocukları diyorlar, çünkü kendilerini bildi bileli yağmurun peşindeler. aynı zamanda, çölde sudan daha nadir bulunan adaletin peşinde.
Yok ya Abbâs’ı bilmeyen, kimdi? ...
O sahâbîyi dinleyin şimdi: «Bir karanlık geceydi pek de ayaz...»
İbni Hattâb’ı görmek üzre biraz,
Çıktım evden ki yollar ıpıssız.
Yolcu bir benmişim meğer yalnız!
Aradan geçmemişti çok da zaman,
Az ilerden yavaşça oldu iyan,
Zulmetin sînesinde ukde gibi,
Ansızın bir müheykel a’râbî!
Bembeyaz
Tatarın teri, Tatarın kanıyla Rus asilzade çocukları okutulacakmış! Naçalnikler, gözlerini kan bürümüş sarhoş, vahşi kızıl komiserler, yıllardır bir avuç toprağını işlemekten iki büklüm olmuş köylünün yüzüne tükürerek, beline dipçik, kamçı vurarak, toprağından ocağından kovalıyor. Koyun, deve sürüleri yağma ediliyor. Tatara mal ne gerek? Tatara toprak lazımsa Sibirya'ya gitsin! Kırım malı, Tatarın malı, hükumetin malıdır. Genç gelinlerin kulaklarından küpeleri etleriyle beraber koparılıp, bunlar devlet hazinesinin ayrılmaz malı ilan ediliyor.
Minareler devriliyor, ocaklar sönüyor, camiler kilise, ambar, Marksizma Leninizma kulübü oluyor. Yüz yetmiş yıl! İşte, kırlar boş; kırlar kara bulutların altında, vahşi rüzgarlarla beraber, milletim senin "Aytır da ağlarım" diyen sesini dinliyor. Yüz yetmiş yıl...
Hey gidi günler, hey!...
Malumpaşa'nın 15.09.1947 günlü ikinci sayısında "Mahkeme Koridorlarında" köşesinde "Gün Uğursuzun" başlıklı bir yazı yayımlanmıştı. Aynı yazı bu sayının üçüncü sayfasına yeniden konmuştur.
Yedi-Sekiz Paşa · 13 Mayıs 1949 · Sayı: 3
Gazetenin bu sayısında toplatma haberi yoktur. Birinci sayfadan "Ne Mutlu Tokum