Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
İlk filmden sonuncusuna, bu hep yerine getirilmeyen bir vaadin, başlangıç noktasına geri dönen bir yolculuğun hikayesidir. Aile Yuvası bize genç çifti, baba evinin boğucu atmosferinden kaçmalarını sağlayabilecek bir daire edinmek ümidiyle lojman servisinin eşiğini boş yere aşındıran Laci ve lren'i gösterir. Torino Atı bize, bir sabah çorak bir toprağı terk etmek üzere az miktarda eşyasını toplayan baba ve kızı gösterir. Ama ardında kaybolduklarını gördüğümüz aynı ufuk çizgisi üzerinde, bu kez onları ters yönde yol alırken ve sabah yüklenmiş eşyaları boşaltmak üzere eve geri dönerken gö­rürüz. İkisi arasındaki fark tam olarak şudur: Hiçbir açıklamanın geçerliliği yoktur artık; anlayışsız bir bürokrasi, vaat edilmiş mutluluğun yolunu tıkayan despot bir baba yoktur artık. Bireyleri gitmeye iten ve onları eve geri getiren aynı rüzgarlı ufuk vardır sadece. Toplumsal olandan kozmik olana geçiş, diyor sinemacı . Ama bu kozmik, saf tefekkür dünyası değildir. Bu yalnızca sinemanın sunabileceği, saf duyumu körelten her şeyden sıyrılmış, mutlak olarak gerçekçi , mutlak olarak maddi bir dünyadır.
“Kafka’nın romanlarında tasvir edilen bürokrasi –körlemesine hareket eden ve dayanılmaz bir “akıldışı” suçluluk hissi yaratan bütünüyle işe yaramaz, fuzuli bilgilerden meydana gelen devasa mekanizma– süperegoya ait bir bilgi işlevi görür”
Sayfa 297Kitabı okudu
Reklam
“Eksiğin, namevcudiyetin yerini tutan ulaşılmaz, namevcut, aşkın faili (Şato, Mahkeme) öne çıkaran modernist Kafka okuması, tam da bu diyalektiğe müsait olmayan, atıl mevcudiyet boyutunu yanlış anlar. Bu modernist perspektiften bakıldığında, Kafka’nın sırrı, bürokratik mekanizmanın kalbinde sadece bir boşluk olması, hiçbir şey olmaması olacaktır. Bürokrasi, oyunun bir ceset-nesne olmadan da oynanabildiği Blow Up’ta olduğu gibi, “kendi başına işleyen” çılgın bir makine olacaktır. Bu bağ iki zıt ama yine de aynı teorik çerçeveyi paylaşan yoldan okunabilir: teolojik ve içkinci. Bir okuma, merkezin (Şato’nun, Mahkeme’nin) kaypak, ulaşılmaz, aşkın karakterini “namevcut Tanrı”nın işareti olarak yorumlar (Kafka’nın evreni, Tanrı’nın terk ettiği kederli bir evrendir); öteki okuma ise bu aşkınlığın boşluğunu bir “perspektif yanılsaması” olarak, arzunun içkinliği görüntüsünün tersine çevrilmiş biçimi olarak yorumlar (Buna göre ulaşılmaz aşkınlık, merkezi eksik, arzunun, onun üretken deviniminin “temsiller olarak nesneler dünyası karşısındaki fazlalığı görüntüsünün negatif biçiminden ibarettir)”
Sayfa 286Kitabı okudu
Oscar Wilde
Bürokrasi, genişleyen bürokrasinin ihtiyaçlarını karşılamak için genişler.
Batılılaşma miti eskiyince, yeni bir yalan çıktı sahneye, daha doğrusu aynı nâzenin taze bir makyajla arz-ı endâm etti: çağdaşlaşma. Intelijansiyamızın uğrunda şampanya şişeleri patlattığı bu ihtiyar kahpe Tanzimat’tan beri tanıdığımız Batı’nin son tecellisi. Çağdaşlaşma, karanlık, kaypak, rezil bir kavram. Rezil, çünkü tehlikesiz, masum, tarafsız bir görünüşü var. Çağdaşlaşmanın kıstası ne? Hippilik mi, bürokrasi mi, atom bombası imal etme gücü mü. Çağdaşlaşmak, elbette ki Avrupalılaşmaktır. Avrupalılaşmak, yani yok olmak. Avrupa bizi çağdaş ilan etti, Avrupa, daha doğrusu onun yerli simsarları. Zira apayrı bir medeniyetin çocuklarıyız, düşman bir medeniyetin, bambaşka ölçüleri olan, çok daha eski, çok daha asil, çok daha insanca bir medeniyetin. İki yüzyıldır bir anakronizm’in utancı içindeyiz, sözüm ona bir anakronizm. Bu ‘çağdışı’ ithamı, ithamların en alçakçası ve en abesi. Haykıramadık ki, aynı çağda muhtelif çağlar vardır. Çağdaşlık, neden Hıristiyan ve kapitalist Batı’nın abeslerine perestiş olsun? Fani ve mahalli abesler. Bu, kendi derisinden çıkmak, kendi tarihine ihanet etmek ve köleliğe peşin peşin razı olmak değil midir? Çağdaşlık masalı, bir ihraç metaı Batı için, kokain gibi, LSD gibi, frengi gibi. Şuuru felce uğratan bir zehir. Çağdaşlaşmanın halk vicdanında adı da asrîleşmektir, asrîleşmek yani maskaralaşmak, gavurlaşmak.
301 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
5 günde okudu
https://1000kitap.com/kitap/beyaz-zambaklar-ulkesinde--300184,
Otuz Milyon Kelime
Otuz Milyon Kelime
adlı kitaplarla yolunuz kesişip onları beğendiyseniz, bir eğitimci iseniz, veya kendinizi -en azından- eğitime büyük önem atfeden bir yetişkin ya da ebeveyn olarak tanımlıyorsanız bu kitabı okumanızı öneririm. Konu eğitim olunca,
Eğitim: Bir Kitle İmha Silahı
Eğitim: Bir Kitle İmha SilahıJohn Taylor Gatto · Edam Yayıncılık · 20171,231 okunma
Reklam
Bayezid, elindeki kuvvete ve zaferlerine güvenerek Murad devrindeki vasal beyliklerden kurulu imparatorluğu, merkezi bir idare altına koymaya ve gerçek merkeziyetçi bir imparatorluk haline getirmeye çalışıyordu. Yıldırım, hızlı ve şiddetle hareket etti. Balkanlar'da Macaristan'a meydan okudu, Gelibolu'da tahkimli bir deniz üssü meydana getirerek Çanakkale Boğazı'nda kontrol kurdu ve Ege Denizi'nde Venedik'e meydan okudu; İstanbul'u almak, böylece Anadolu ve Rumeli'yi birbirine bağlayacak Ebedi Şehir'i, imparatorluğunun merkezi yapmak düşüncesinde idi. O, yalnız Avrupa Hıristiyan âlemini tehdit etmekle kalmadı, aynı zamanda Timur'a ve Memlüklere karşı çıktı. Halifeden resmen Sul tanu'l-Rúm unvanını aldı ve tüm Anadolu üzerinde Selçukluların várisi olmak istedi. İçerde gelişmiş mâliye yöntemleri ve merkezi bir hazine sayesinde, ülkenin her tarafında devlet kontrolünü kurmaya çalışan bir bürokrasi onun zamanında gelişti.
Sayfa 69
Güncel Türkiye
Osmanlı Saltanatı son bürokrat iken, bürokrasi bile tam Arap, yahut yarı Araptır. Türkleşmiş hiçbir Arap görmedikten başka, Araplaşmamış Türk'e az rast geliyordum...
Sayfa 43 - Pozitif yayınevi
19. yüzyılda yönetici elit, merkezi bürokrasi, "devlet" için en iyi siyasetin, devletin bütünlüğünü korumak için Batı ile ittifak ve Batılılaşmak olduğunu ileri sürüyordu. Habsburg ve Romanov imparatorluklarının askeri emperyalizmi, Batılılaşma sürecini güçlendirme için bir neden oluyordu. Öbür yandan, sivil ve askeri bürokratlar, 19. yüzyılda imparatorluk sisteminin çöküşü sırasında, bağımsız Türk ulus ve kültürünün baş savunucuları olarak ortaya çıkacaklardır. Bu bürokratlar, ı 9. yüzyıl reformcu bürokratlarını izleyerek, ilkin Tanzimat döneminde {1839- 1877) başlatılmış olan demokrasi ideallerinin köktenci taraftarı oldular. 1880'lerden itibaren, bir Osmanlı toplumu yaratmak ideali ile her vilayette pozitif ilimleri öğreten idadi liselerinin açılması, aydın Batıcı bir kuşak yetişmesini sağladı. Atatürk nesli, bu temelde kurulan yeni askeri mekteplerde yetişti.
1900'lerde Rumeli'nin kaybolma tehlikesi karşısında aydınlar, İttihat ve Terakki Cemiyeti, özellikle askeri bürokrasi ve yeni yetişen erkan-i harb subayları (aralarında Mustafa Kemal ve Enver) bir darbe girişimiyle Kanun-i Esasi rejimini, meşrutiyeti geri getirdiler. Kanun-i Esasi altında eşitlik ilkesi sayesinde, imparatorluk halkları arasında ortak Osmanlı vatanı için uzlaşma ve birliğin gerçekleşeceği umudu yüksekti. İttihat ve Terakki'nin aslında Türkçü milliyetçi politikası, Tanzimat'ın Osmanlılık politikasıyla karşıtlık içindedir.
Reklam
Türkiye-Japonya karşılaştırması
Türkiye ile Japonya'nın modernleşmesinde birleştikleri ve ayrıldıkları noktalar ve sebepleri şu şekilde özetlendi: 1. Evvela, gerek Japon gerekse Türk kavimleri eski çağlardan beri başka kültürleri benimsemekte yüksek kabiliyederini ispat etmişlerdir. 2. Her iki cemiyette modernleşme, Batılılaşma şeklinde anlaşılmıştır. 3. Bu hareketin
Milli kültür ve din ilişkilerine gelince, sentezi eleştirenlere göre kültür sürekli bir değişim içindedir; din dogmaları ise değişmez. Radikal İslamcılar da, sentezcilerin millet-din kaynaşması tezini samimi bulmazlar. Bu tez onlara göre, son kertede laiklere hizmet etmektedir. Türk-İslam Sentezi görüşü karşısında 1970'lerde İslamcı aydınlar, ilim Yayma Cemiyeti adı altında örgütlendiler. O zaman bu akımın, Demokrat Parti'nin devamı olan partilerle yakın bağlantısı müşahede edilmekte idi. Askeri bürokrasi tarafından yukarıdan empoze edilmiş olduğunu iddia ettikleri devrimci ilkelere karşı İslamcılar; kendi politikalarını serbestçe yürütebilmek için özgürlük, demokrasi, eğitim serbesttiği istiyorlardı.
Yaşamımızın efendisi olma düşleri, hepimizin bürokrasi makinesinin birer çarkı olması karşısında suya düşmüştür.
"... Az gelişmiş bütün ülkelerin siyasal sistemlerinin özelliği, tek partidir, bürokrasi egemenliğidir, nihayet kişisel diktatörlüktür."
Sayfa 132 - İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Geri199
1.500 öğeden 1.486 ile 1.500 arasındakiler gösteriliyor.