“Hayatını kaybetti!” diye yazıyor gazeteler biri ölünce. “Asıl hayat ahiret hayatıdır” mealindeki ayetin işaret ettiği gerçeğe rağmen yazıyorlar. Kur'ân'a inandıklarını söyleyenlerin dilinde dolaşıyor bu ifadenin türevleri: "Canından oldu!" "Yaşam savaşını kaybetti!"
“Güneş ışığını kaybetti!” desem onlara bir akşam üzeri, büyük ihtimal itiraz ederler. "Güneşin ışığı var ama sen görmüyorsun!" diye aptallığıma hükmedecekler. Hayat dediğimiz eşsiz lütuf bu dünyanın ufkunda bir gün doğmadı mı? Güneş gibi zirve yapıp gençlik çağında, ihtiyarlığın ikindisinde sararıp solup sonunda ölüm dediğimiz bir batışla gözlerden yitmedi mi? Öyleyse sormalı değil miyiz? Bu dünyada umulmadık bu hayatı yaşamaya değer görülen biri, dünyanın ufkunda gözden kaybolunca hayatını kaybeder mi? Onu hiç ummadığı halde bu ömrün doğu ufkunda hayat sofrasına alan, hep umduğu, her daim istediği, kalbinin çığlıklarıyla duasını ettiği sonsuz ömrü ondan esirger mi? Hayır, hayır; kimse hayatını kaybediyor değil; aksine kazanıyor, yeni baştan kazanıyor.
Vasiyetimdir; ben ölünce arkamdan “Senai Demirci hayatını kaybetti!” yazmayın. Yoktan var edenin var olmaya layık gördüğünü kim yok edebilir! Hesapsız hayat lutfedenin hayatta tutmaya değer gördüğünün kaybedeceği hayat mı olur! Bir kez O'nun nazarına hayat sahibi olarak görünmeyi hak eden, O'nun gözünden düşer mi hiç!