Halbuki bu takdirde insanın diğer hayvanlardan ne farkı vardır, onların dimağları da karınlarını doyurmak ve kendilerine bir eş bulmak hususunda kâfi derecede hizmet görüyor, ancak bunları düşünmek, onlardan hiç ayrı olmamak demektir. Halbuki insanın bir de dimağı vardır ki yemek, yatmak, eğlenmek gibi şeylerle alakadar olmayan birtakım ihtiyaçlar taşır. Kendine yakın bir arkadaş arar. Kendisine yardım edecek (maddi ve manevi yardım edecek) diğer bir insan ister ve bunun mümkün olabilmesi için yardım isteyen diğer insanlara yardıma hazır bulunur. Sonra muhakkak sevilmek ister, bunun için de başkalarını sever. Düşün, dünyada yalnızlık kadar feci şey var mıdır?
Kitap hakkında ne yazarsam yazayım kesinlikle spoiler vermiş olmuyorum. Çünkü canım Márquez daha kitabın en başında, hikâyenin sonunda neler olacağını bizlere söylüyor. Bir cinayet… Ama bu olayı o eşsiz anlatımıyla öyle bir kurguluyor ki daha en başında karakterin öleceğini bilmemize rağmen sürükleyiciliğinden hiçbir şey kaybetmiyor ve bir çırpıda okutuyor kendini Kırmızı Pazartesi.
** Kitabın bir bölümünde yazarımız bir kerecik de olsa Yüzyıllık Yalnızlık'tan tanıdığımız Albay Aureliano Buendia'yı anmayı da ihmal etmiyor. Bu küçük detay beni çok heyecanlandırmıştı bunu da paylaşmak istedim. Okumayı planlayanlar asla pişman olmayacaktır.
Şimdiden keyifli okumalar...
Düşün, dünyada yalnızlık kadar feci bir şey var mıdır? Tabii yalnızlıktan kafa yalnızlığını kastediyorum, yoksa dünya bir sürü kuru kalabalıkla dolu...
Sayfa 49 - Yapı Kredi Yayınları 30. BaskıKitabı okuyor
Hani o iki kişilik dünyalar bizimdi
Hani sen iyiydin
Halden anlardın
Hani sen git demiyecektin bana
Ve ben herşeye rağmen gelecektim
İçimde bir umut
Ellerimde olgun meyvalar
Dünya nimetleri
Ben uçan bir şeyim, rüzgârın sürüklediği bir kâğıt parçasıyım, tuhaf bir kuşum. "Biraz hiç geçmeyen yükseklik korkusuyla yere yapışmış gülünç bir balıkçıl, biraz da bulutların altında topallayan Baudelaire'in albatroslarından biri."
Güzel giysilerimi giydiğimde tavus kuşuyum; nadiren kartal oluyorum, çünkü yükseklik korkum var; çok sık gülünç bir balıkçıl oluyorum, çünkü saçlarımı hiç düzgün tarayamıyorum, saçımın bir yeri dik, bir tutam saçım öteki saçlarımın yönünde gitmeyi reddediyor.
Yabani bir kuşum, beni okşamak zordur, kendi kafasına göre yaşayan bir kuşum, canım nereye isterse oraya gidiyor, içimden ne yapmak geliyorsa onu yapıyorum.
Başkalarının varlığından rahatsız olan bir kuşum, beni evcilleştirmek zordur, başkalarından korkan ama "Tüylerin en kadar güzel!" cümlesini duyabilmek için yine de başkalarına ihtiyacı olan bir kuşum, yalnız kalamamaktan korktuğu kadar yalnız kalmaktan da korkan bir kuşum.
Yalnızlık, özgürlük için ödenen bedeldir.
Sadık biri değilim, özgürlüğümü kaybetmeyi istemiyorum. Kafeslerden korkuyorum. Yalnız olmak, özgür olmak demektir.
Kuyruğuna tuz serpilse de yakalanması zor bir kuşum.
Oğuz Atay'ın "Tutunamayanlar" ve "Tehlikeli Oyunlar" romanları ile "Oyunlarla Yaşayanlar" adlı tiyatro oyunundaki evlilikler, yalnızlık ve iletişimsizliğin burgacında sıkışıp kalmış olan, can sıkıntısı ve bezginliğin eşlik ettiği birlikteliklerdir: "Tutunamayanlar"ın Turgut'u iç sesiyle haykırıyordur: "Canım sıkılıyor Nermin. " (T.68) "Tehlikeli Oyunlar"ın Hikmet'i ise soyut oyunlara kaçıyordur, "insan evindeki gibi olmaz orada, evin-deki biçimde canı sıkılmaz, " (T0.266) diyordur.
Fikret Dağlı
Orta gelirinin üstünde sayılabilecek bir gelire sahip ailenin,tek çocuğu olarak dünyaya gelen Adem in babası bürokrat,annesi üniversitede Tarih bölümünde Profesördü.
Yaşadığı şehir sakin ve elit sayılabilecek bir mahalleydi.Parmakla gösterilen,başarılı bir öğrenci olduğu icin üniversiteside Hukuk bölümünü kazanmıştı.
Edebiyat
Editörlüğünü yaptığım kitapların yorumunu yazarken bir parça zorlanıyorum. Kendi çocuğunu öven anne gibi hissediyorum kendimiEvet belki tam olarak annesi değilim bu kitapların ama her aşamasına şahitlik edip üzerinde günler geceler boyu çalışınca insan en azından bir süt anne gibi hissediyor kendiniSevgili yazarım @gregorsamsat_fikretdagli