"İnsanın en büyük dileği, gerçekler ışında var olmak ve o gerçekleri yorumlayabilmektir, ancak bu şekilde kişi, ister çaresizlik olsun ister mutluluk, duygularını ve tecrübelerini bir insanın yaşamına anlam katacak ve başkalarının yaşamlarına da dokunacak şekilde kullanabilir.
Bu sanatın en yüce formudur. Böyle aydınlanma anları için yaşamaya devam edeceğim."
Hayat böyledir. Çaresizlik ve tehlike anları vardır ki, o zaman çırpınmaya ve haykırmaya gelmez. Batar insan ve boğulur. Marifet o anları geçirmektir. Sonrası gittikçe kolaylaşır. Kadere teslim olmak lazımdır o anlarda. Bu acizlik değildir. Dikkat et sözüme: Bu dünyada ölümden başka hemen her şeyin çaresi vardır.
"Elimden her nesneyi almışlardı. Zamanı bilmeyeyim diye saati, yazı yazmayayım diye kalemi, bileklerimi kesmeyeyim diye bıçağı; sigara gibi en ufak bir sakinleştirici bile benden esirgendi. Tek bir söz söylemesine ve tek bir soruyu yanıtlamasına izin verilmeyen gardiyandan başka bir insan yüzü görmedim, bir insan sesi duymadım; göz, kulak bütün duyular sabahtan geceye, geceden sabaha kadar en ufak bir besin almıyordu, insan kendi kendisiyle, kendi bedeniyle ve masa, yatak, pencere, leğen gibi dört-beş dilsiz nesneyle çaresizlik içinde tek başına kalıyordu.
Suskunluğun siyah okyanusundaki cam fanuslu bir dalgıç gibi yaşıyordu insan, kendisini dış dünyaya bağlayan halatın kopmuş olduğunu ve o sessiz derinlikten hiç bir zaman yukarı çekilmeyeceğini ayrımsayan bir dalgıç gibi hatta...
Yapacak, duyacak, görecek hiçbir şey yoktu, her yerde ve sürekli hiçlikle çevriliydi insan, boyuttan ve zamandan tümüyle yoksun boşlukla. Bir aşağı bir yukarı, bir aşağı bir yukarı yürüyüp durdu.
Ama ne kadar soyut görünürse görünsünler, düşünceler de bir dayanak noktasına gereksinim duyarlar, yoksa kendi çevrelerinde anlamsızca dönmeye başlarlar; onlar da hiçbir şeye katlanamaz. İnsan sabahtan akşama kadar bir şey olmasını bekler ve hiçbir şey olmaz.
Bekleyip durur insan. Hiçbir şey olmaz. İnsan bekler, bekler, bekler, şakakları zonklayana dek düşünür, düşünür, düşünür. Hiçbir şey olmaz. İnsan yalnız kalır. Yalnız. Yalnız.
İkinci Dünya Savaşı'nın hemen ardından Japonya Amerikan işgali altındadır. Yoksulluk, çaresizlik ve utanç içindeki halk, sefil ve acınası bir ortam içinde ümitsizce yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadır. Kadınlar karınlarını doyurabilmek için vücutlarını satmakta, halkın çoğu bombalanmış evlerde yaşamakta ve karaborsadan alışveriş yapmaktadırlar.
YA ZAKKUMLAR...
" Herkesin içinde sabırlı bir tohum gibi kendi kozasında saklı duran bir
aşk yatar; bir gün bir güneş parlar bir yağmur düşer ve tohumun çatlayıp
çiçekler açtığını
ruhunuzun rengarenk bir ağaç gibi rüzgarlarla dans
ettiğini görürsünüz. O rüzgarlarla dans eden çiçekler bazen manasız
kaprislerle, yanlış anlamalarla,
Orta Asya kültürü hep böyle hüzünlü... Çaresizlik... İliklerine kadar çaresizlik. İnsanın doğayla mücadelesinin yanında yokluktan nemalanan insanla da mücadelesi... Geri kalmış ülkelerin kültürü... Bu kültür bana yabancı değil; herhangibir Anadolu köyüne gidin iliklerinize kadar hissedin. Bazen çok kırılgan olduğumuzu fark ediyor ve geleceğimiz için endişe etmekten kendimi alamıyorum.
Aslında bu bir avuntuydu.
Çok canım yanıyordu...
Gördüklerimden ve göreceklerimden.
Yalan, ihanet, riya, çaresizlik...
Geçtiğim yollar ve ezdiğim kumlar
hala gölgemi taşıyorlar.
Benim kanayan dizlerim yoktu
hayatta bir tek, benim de
kanattıklarım vardı elbet.
Kendim avunurken baktım ki
avutuyorum. Ben aslında tüm
sözlerimi kendime yüksek sesle
söylüyorum.