Ekim 1962'de Kamil, Muaz, Faruk Ebu Şakir ve Muhammed Hamza küçük bir "Volkswagen" arabayla İsrail-Suriye sınır bölgesine yola çıktılar. İlk durakları Kuneytra'daki sınır ana karargahıydı. Muaz ve karargahtaki bir subay, Kamil'e bölge haritası üzerinden sahadaki durumu özetledi. Muaz ayrıca Kuneytra'da yapılması
Son nefeste yanında olmak istediğimiz
Belki ana, belki evlat, belki de yardı
Daha yapacağın çok şey vardı belki yarın
Ama herşey buraya kadardı,
Ve ömür denilen şey deli gönüle dardı
Seçme şansımız olsa, seçerdik elbet
Çünkü ölümün bile güzeli vardı.
Son basamaklarıydı bunlar artık hayatın
Aynaya her bakışta bir yaş daha yaşlanırdın
Azraille pazarlık zordu
Deli gençliğin hayali gözlerinin önünde durdu
Ve ağar işiten kulaklarında duyduğun tek şey
Aheste bir kemancının çaldığı
Sultaniyegah sirto oldu
BENEKLİ KURDELA
Karnım doyunca, eski defterleri karıştırdım. Sekiz yıldan beri dostum olan Sherlock Holmes’un yöntemlerini incelemekteyim. Notlarıma göz gezdirdiğim zaman, olağanüstü yetmiş meseleye rastlıyorum. Feci, komik, acayip olanları var, ama hiç biri sıradan, basit değil. Sebebi meydanda, Holmes herhangi bir işle uğraşmaz, o para
Dünyada aslında iki ırk vardır. Dolandırılanlar ve tecavüz edilenler. Beyazlar dolandırılır. Onun dışındaki renklerinse ırzına geçilir, aynı beyazlar tarafından. Küçük boyutlu dolandırıcılıklar, ülkenin kadınlarından yeraltı ve yer üstü zenginliklerine kadar her şeyine sahip beyazların göz yummak zorunda kaldıkları bir durumdur.
Bu nasıl bir anlatım. Büyük yazar olmak bu bence. Burada en çok “sivrilikler”e dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu anlatımı tartışmak isterdim saatlerce. Ama keyfini sürün bence. Çünkü ben okudum ve en az on dakika sustum ve keyfini çıkardım.
“Nancy tabii ki onlarla gitmişti, çünkü öğle yemeğinden sonra, aile yaşamının dehşetinden kaçarcasına, tavan arasına gitmek üzereyken, Minta Doyle elini uzatmış, yüzünde o budalaca ifadeyle onu da davet etmişti. O da gitmesi gerektiğini düşünmüştü. Gitmek istemiyordu. Bu işin içine dahil edilmeyi hiç istemiyordu. Çünkü yoldan kayalıklara doğru yürürlerken Minta elini tutup duruyordu. Sonra bırakıyordu. Sonra tekrar tutuyordu. İstediği nedir, diye soruyordu Nancy kendi kendine. Herkesin istediği bir şeyler vardı mutlaka; çünkü Minta elini tutup bırakmadığında, Nancy de, elinde olmadan, tüm dünyanın ayakları altına sevildiğini hissediyordu, sislerin ardından İstanbul’u görür gibi olan birinin ne kadar mahmur olursa olsun “Şu Ayasofya mı?”, “Şurası Haliç mi?” diye sorması gibi Minta’nın elini tuttuğunda Nancy de “İstediği nedir? Bu mu?” diye sormuştu. Peki bu neydi? Sisin içinde, orada burada, (Nancy ayaklarının altına serilmiş hayata baktığı zaman) bir kule, bir kubbe beliriyordu; ismi olmayan bazı sivrilikler. Ama Minta elini bırakır bırakmaz, yamaçtan aşağı koştuklarında olduğu gibi, bütün bunlar, o kule, o kubbe, sisin içinden çıkan her neyse, tekrar sislerin içine gömülüyor ve gözden kayboluyordu.”