İslâm dünyası ile Hristiyan âlemi arasındaki gerilim, daha doğrusu Kilise'nin İslâm'ı alt etme ve küçük düşürme çabası, daha 7'nci yüzyılda, İslâm'ın ortaya çıkmasıyla başlamış, sonraki yüzyıllarda artarak devam etmiştir. 13'üncü yüzyılda İtalyan ve Fransız asıllı keşişler, örneğin, William of Tyre ya da Riccoldo da Monte Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) hakkında ipe sapa gelmez yalanlar uyduruyorlar ve bunları “İslâm üzerine incelemeler” diye kitaplarla yayıyorlardı. Ya da Petrarch on dördüncü asırda Araplardan ilkel bir ırk olarak bahsediyordu. Gerçi onun kafasındaki ayrım Herodota (MÖ 5'inci yüzyıl) dayanıyordu ve Herodot'a göre Avrupa'ya Anadolu toprakları da dâhildi!
Şunu diyeceğim: Tüm bu örneklere rağmen o dönemde insanların kafalarında “Doğu” ve “Batı” kavramları yoktu. Nasıl ki bugün bizde “Kuzey" medeniyeti ve "Güney” medeniyeti denince bir anlam ifade etmiyor, 1453'ten önce de “Doğu ve Batı medeniyetleri” demek anlamsız kalıyordu.
Ama 29 Mayıs 1453'te bir şey oldu.
Belki de bir daha asla geri dönülemeyecek şekilde Batı, Batılığını keşfetti, Doğu'yu da “Öteki” olarak kurguladı. Edward Said'in 1978 yılında yayınladığı dâhiyane kitabı Oryantalizm'de açıkça anlattığı gibi bu söylem, yani “Doğu-Batı” ikilemi 18'inci ve 19'uncu yüzyıllarda sömürgeci Avrupa devletlerince “Doğu” kültürlerine de benimsetildi. Oryantalizm, yani Batı'nın her türlü pozitif değerlerin kurucusu ve hâkimi görüldüğü, Doğu'ya ise her türlü olumsuz niteliğin biçildiği değerler silsilesi.
Sayfa 23 - Kopernik Yayınları