Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Alışveriş
Keşfet
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar
1000Kitap Android UygulamasıÜCRETSİZ – Google Play'den indirin
1000Kitap iOS UygulamasıÜCRETSİZ – App Store'dan alın
ŞartlarGizlilikTopluluk KurallarıHakkımızdaReklam VerinİletişimKütüphanecilerDizinlerÇerez Politikası
©2024 · 1000Kitap Web Uygulaması · 2.36.38
Ragif
Ragif
@dr_neo
Sapere aude
anitsayac.com
Asgard
968 kütüphaneci puanı
1124 okur puanı
Ocak 2018 tarihinde katıldı
Şu anda okuduğu kitaplar
Okuma Hedefleri
Kitabı bir arkadaşım verdi, "oku, sen beğenirsin" dedi. Evet hikaye okumayı çok seviyorum. Bu hikaye kitabını da beğenerek okudum. Yazarla ilk karşılaşmamız. Farklı bir tarzı, farklı bir anlatım biçimi var. Ben beğendim bu tarzı.
Her hikayede farklı bir hayvan mevcut. Bu genelde böceklerden biri oluyor. Onun etrafında dönen olay örgüsü ama asıl bizim korkularımızın bizi getirdiği yerler anlatılıyor.
Hikayelerde beğendiğim bir diğer şey, neredeyse her hikayede alegori olması ve toplumsal bir olaya vurgu yapılması.
Kıbrıs'ta gerçekleşen bazı olaylardan sonra Demokrat parti hükümeti de kendince karşılık vermeye çalışıyor. Ama önce haklı galeyana getirmek gerekiyor. Bunun için yapılan hamle de Atatürk'ün Selanik'teki evine bombalı saldırı. Provokasyon başarılı da oldu. Halk ayaklandı, sokakları, dükkanları yakıp yıkmaya, yıllardır birlikte yaşadıkları rum vatandaşlara eziyet etmeye başladılar. Ama olaylar kontrolden çıktı, hükümetin bile tahmin edemeyeceği yerlere vardı.
Aziz Nesin bu kitabında o sevdiğimiz hikayelerini anlatmaktan ziyade 6-7 eylül olayları sırasında başından geçenleri kaleme almış.
Gidişat planladığı gibi olmayınca, her şeyi eline yüzüne bulaştıran hükümet olayları önlemek adına bazı tedbirler alırken aklınca kurnazlık yaparak, kendine muhalif gördüğü birçok yazar ve düşünce insanını olayları failleri olarak tutuklatır. Tutuklanan yazarlardan biri de Aziz Nesin'dir.
Şimdiki iktidara ne kadar benziyor değil mi?
Bir serinin parçası olduğunu bilmeden, ismi ilginç geldi, içeriğini merak ettim aldım okumaya başladım. Meğerse Roy Grace serisinin 8. kitabıymış. Kitabın orijinal ismi de "Not Dead Yet".
Sürükleyici bir roman olduğu kesin. Kitabın başları biraz karışık bir şekilde ilerliyor fakat devamında gayet güzel bir şekilde ilerliyor, merakla okumaya devam ediyorsun. Olay örgüsünü, kurgusunu beğendim ama olayın kendisini beğenmedim pek. Oradaki o magazinsel cazibe, o hayranlık olayları pek ilgimi çekmedi diyebilirim.
Bittiğinde merak ettiğim bir konu daha vardı onu da yazar serinin devam kitabına bırakmış herhalde.
Okur Takip Önerileri
Kitabı okumaya başladım, her şey iyiydi, güzel ilerliyordu. Mitolojiyle harmanlarmış bir tarih anlatısı vardı. Antik çağlarda yaşamış, özellikle Mezopotamya uygarlıklarının tarihi ve mitleri. Hatta biraz Anadolu biraz da Mısır var. Fakat bir yerden sonra yazar Sümerlere geri döndü, bazı tabletlerden bahsetti, evrende yalnız olmadığımızı söyledi, Güneş sistemindeki 12. gezegenden bahsetti, bazı çizimler gösterdi ve nihayetinde evrim teorisine adeta bir neşter vurup alternatif bir yaradılış fikri ortaya attı. Ben de "saygılar dayı" deyip devam ettim okumaya.
Geçenlerde mikrobiyolog bir arkadaşımla konuşuyorken konu genom projesine geldi. Onunla ilgili bazı şeylerden bahsetti, bazı araştırmalar gösterdi. İnsan genomuyla ilgili bazı çalışmalar. Aklıma hemen bu kitap geldi, kitaptaki bilgilerle bir araya gelince korkunç derecede kafa karışıklığına neden oldu. Yine ikna olmadım diyebilirim ama sorular sordurdu. Araştırmaya, incelemeye muhtaç konular olduğunu düşünüyorum.
Yine Sabahattin Ali, yine güzel bir kitap. Neredeyse bütün kitaplarını okudum. Hepsi de birbirinden değerli, birbirinden güzeldi. Keske daha fazla yaşayıp daha fazla eser bırakabilseydi edebiyata, okurlara. Ama işte... kaleme, fikire, düşünceye, bağımsızlığa düşman olmanın sonuçları... Neyse o konulara girmeyelim, iyice sıkılmasın canımız.
Sabahattin Ali'nin 1930'lu yıllarda kaleme aldığı on üç öykü ve dört masal bu kitapta bir araya getirilmiş. Toplumun sorunlarını ele alan yazar, her hikayede farklı bir soruna dikkat çekmeye çalışmış. Üzerinde düşünüp, sorgulamamızı istemiş.
Mütareke döneminde Anadoluda babasını kaybeden romanımızın kahramanı Mebrure, babasını aramak için elinden geleni yapar ama bulamaz. Son çare olarak da İstanbula akrabalarının yanına gelir ve onların yardımıyla babasını arayıp bulacağını düşünür. Fakat gel gör ki işler planladığı gibi gitmez. Öncelikle yerleştiği Nafi beyin köşkü hatırladığı gibi değildi. Nafi beyin ölümü sonrası köşkün düzeni değişmiş, "batılılaşma yolunda emin adımlarla ilerleyen" aile sosyete ile içli dışlı olmuş, eğlenceler tertip edip, "dünyanın nimetlerinden faydalanıyorlar".
Bir yandan babasını arayan Mebrure bir yandan da bozulmuş düzenden, yozlaşmış insanlardan yakasını kurtarma çabası içinde buluyor kendini.
Peyami Safa romanda açık bir şekilde yanlış batılılaşmayı eleştiriyor. Nafi beyin köşkü timsalinde ahlaki çöküşün izlerini okuyucuya göstermeye çalışmış.
Bence yeni baskılarda romanın dilinin sadeleştirilmesi gerek. Zamanına göre sade olabilir ama yüz sene sonrasına göre eski kelimelerden dolayı dili ağır kalmış.
Kitabın yazarı sinemanın ortaya çıkışından 2000'lerin başına kadar Hollywood ve dünya sinemasına damga vuran yönetmenlerin bazılarının çok kısa hayat hikayelerini, garip huylarını, kaprislerini, pek bilinmeyen yönlerini derleyerek ilgili okuyucuların hizmetine sunmuş. Edebi kaygısı olmayan derleme bir kitap. Aralarında Ford Coppola, Frank Copra, Charlie Chaplin, Stanley Kubrick, Woody Allen, Akira Kurasawa, M.Scorses, A.Hitchcock, S.Spielberg, Q.Tarantino gibi isimler de var.
Eğlenceliydi
Keyifle sayfalarını çevirdiğim, gezi tadında, yorucu olmayan, kolay okunan bir kitap.
Aynı zamanda bir doktor olan yazar Marlo Morgan bir araştırma için Avusturalya gider ve araştırma sırasında yerli halk olan Aborjinlerle tanışır. Bu tanışıklık devamında onu bir serüvene doğru sürüklüyor. Hem de hiç haberi olmadan.
Serüven boyunca tamamen farklı kültür ve inançlara sahip topluluğu yakından tanıma fırsatı oluyor ve bunları daha sonra bu kitap için kaleme alıyor. Uzun yolculuk sırasında aborjinlerin hayata bakış açılarının yoğunlukla anı yaşamak üzerine olduğunu anlıyor. Mal, mülk yok, dert, tasa yok hatta yarın bile yok.
Doğayı seven, koruyan, onunla barışık yaşayan bu toplumun düşünce tarzlarına katılmamak elde değil. Katılmadığım çok az şey vardı. Özellikle "medeni insan"ı ve toplumunu eleştirdiği kısımları çok beğendim.
Şimdilerde iyice moda olan "yok mu bir yürekli savcı?" sorusunun cevabı o zaman "varmış".Erzincan baş savcısı İlhan Cihaner.
Dosyanın adı: Ağa
Tekke ve zaviyeler kanununa aykırı davranan cemaat ve tarikatlarla mücadele eden savcı Cihaner'in hedefinde fetullahçılar ve ismailağa cemaatleri var. İlk operasyonda camaatin alt kademesini, ikincisinde ise bağlantısı bulunan siyasileri, iş adamlarını, hatta dönemin İstanbul Belediye başkanı olan Kadir Topbaş'ı bile toplamayı planlıyor.
Ama gel gör ki, siyasetin de kendi planları var. Sonuçta bu ülkede siyasetin kılıcı adaletinkinden daha keskin bir kılıç. İsminde adalet olan bir siyasi partinin hükümeti döneminde adaleti sağlamaya çalışan savcının başına gelmeyen kalmıyor. O dönemde engellenmeyen, hatta kollanan, "yol veriler" cemaatler neler yaptılar, yapıyorlar hepimiz şahit olduk, oluyoruz. Bir kerecikten de bir şeyler oluyor. Hem de çocuklara, geleceğe. İsmail Saymaz'ın yıllar sonra kaleme aldığı Kimsesizler Cumhuriyeti ve Şehvetiye Tarikatı kitaplarında da yazıyor bu tür cemaatlerin ne tür iğrençlikler yaptıkları.
George Orwell'in bazı denemelerinin yayınlandığı kitap. Daha doğrusu anı ve deneme. Deneme kısmı güzeldi. Sahaflık yaptığı dönemde genel olarak insan ve okur profillerini daha yakından inceleme şansı bulduğu için, değerlendirmeler yapmış, bazı çıkarımlarda bulunmuş. Bu kısmı beğendim. Bir de anı kısmı var. Orada da eğitim sürecinde başından geçen bazı olayları, Fransa'da hastane anılarını anlatıyor. Bu tarafı biraz vasat buldum. Daha doğrusu ilgimi çekmedi.
Kitabın başındaki kitap-sigara veya kitap-eğlence karşılaştırması çok doğru. Evet kitaplar pahalılar ama hayatın diğer gereçlerinden bağımsız değil. Evet gereç, kitap lüks değil, ihtiyaçtır. Diğer ihtiyaçlarımız gibi o da pahalandı.
Tanrı ile şeytan arasında gerçekleşen bir iddiadan yola çıkarak Şeytan dünyaya iner ve kahramanımız olan Faust'un aklını çekmeye çalışır. İnsanla Mefistofeles, yani şeytan arasında olan yer yer ittifaka, yer yer de çekişmeye şahit oluyoruz.
Dini metinlerde karşımıza çıkan, yasak olan bilgiye erişimi elmanın ısırılması, şeytanın Adem ile Havva'yı kandırmasıyla, Faust'un ruhunun şeytana satılmasını birbirine benzettim. Her iki durumda da kahramanlar konfor alanlarını terk ederek dünyanın gerçekleriyle yüzleşmek durumunda kalıyorlar.
Faust'u çok genç yaşlarındayken kaleme almaya başlayan Goethe, onu yalnız ömrünün sonlarına yakın tam olarak bitirebilmiş. Yani Faust yazarın bütün hayatına yayılmış bir eser.
Oğlumuz büyümüş artık, bir arayış peşinde. Kendini bulmaya çalışıyor. İlk Bahara Kadar Bekle, Bandini'de tanıdığımız, çocukluk dönemine şahitlik ettiğimiz Arthur Bandini Los Angeles Yolu'nda genç bir delikanlı olarak karşımıza çıkıyor. Artık on sekiz yaşında çalışmaya başlamış, evin geçimini sağlamayıp, annesine ve kız kardeşine bakmaya çalışıyor. Ama bir yandan da bir arayış içinde. Sürekli kitaplar alıyor, kendini geliştirmeye çalışıp, Spengler, Schopenhauer, Nietzsche okuyor ve onlar gibi saygıdeğer yazar olmaya çalışıyor. Okuyup öğrendiklerinden yola çıkarak etrafta olup bitenleri, toplumsal olayları sorgulaması çok hoşuma gitti.
İlk kitap gibi bu roman da çok güzeldi. Fante'nin tarzı, dili, sade ve mükemmel.
Kitap on bir farklı öyküden oluşuyor. Bu öykülerin ortak yönü hepsine ölümün, intiharın, kanın hakim olması. Zaten kitabın ismi de Üç Damla Kan. Bütün hikayelerde tutkun bir hava mevcut. Ama okuması kolaydı, dili akıcıydı. Kör Baykuş kadar ağır değildi.
Özellikle bazı hikayeler daha güzeldi. Mesela "Nefsini Öldüren Adam". İran'daki dini düzeni, hocaları, ikiyüzlülüklerini eleştiriyor. Dışarıdan göründükleri gibi olmadıklarını anlatmaya çalışıyor. Galiba bu işler her coğrafyada aynı.
Rönesansın öncülerinden biri olan on beşinci- on altıncı yüzyılda yaşamış Flemenk felsefeci Desiderius Erasmus'un hayatını konu alıyor kitap. Stefan Zweig bu işi çok iyi yapıyor zaten. Onun kaleme aldığı biyografileri okumak çok keyifli. Zweig’ın sayesinde Avrupanın aydınlanma çağına yön veren bu şahsiyeti yakından tanıma şansımız oluyor.
Sürekli arayış içinde olan, kabına sığmayıp taşan, otorite önünde eğilip bükülmeden, boyun eğmeyen Erasmus bildiği yoldan yürüyerek, reform hareketinin öncüsü olmuş, hümanist fikirleriyle insanlık adına yeni kapıların açılmasına vesile olmuştur.
"Her koşul altında iç özgürlüğünü koruma uğrunda çaba harcamak, kimsenin efendisi olmaya kalkışmamak, fakat kimseye de boyun eğmemek; hiçbir sav ya da düşünceye baştan düşmanca yaklaşmamak, ama buyurgan nitelik almaya başladığı anda her savın ya da düşüncenin karşısına dikilmek."
Cesur Yeni Dünya en sevdiğim bilim kurgu romanlarından birisi. İkinci okuyuşum da ilgi gibi merak ve ilki doluydu. Bu kadar çok beğenmemin nedeni gelecek tahminlerine en yakın distopyanın bu olduğunu düşünüyorum. Bir diğer güzel yanı Aldous Huxley bu romanı doksan sene önce kaleme almış olması
Sanayinin, teknolojinin dünyayı farklı yerlere götürebileceğine dikkati çeken Huxley bu romanında İsa peygamberin yerine Ford'u koymuş. Ford'dan önce Ford'dan sonra. Amerika'nın otomotiv devlerinden olan Henry Ford'dan sonra değişen sanayi dünyası insanları da, toplumu da, sosyal hayatı da eviriyor. Temelden bir değişim söz konusu.
Ütopya mı? Distopya mı? Bu sorunun cevabı her okur için farklılık gösteriyor bence. Kişinin hayata hangi pencereden baklığıyla alakalı bir durum bu.
