Hayatımın bazı dönemlerinde içimden hiçbir şey gelmediği, canımın hiçbir şey yapmak istemediği zamanlar olur.
Bir sebebi olmayan.
Adını koyamadığım.
Bu kitaptan sonra bu ruh halimin bir adı oldu artık; Oblomovluk.
Bir çok yerde kendimi buldum.
Ertelemek… Bazen birşeyi yapmam gerektiğini bilirim ama hep ertelerim. Bu erteleyiş beni huzursuz etse bile ertelemeye devam ederim. Çoğu kez bu konuda da kendimi eleştiririm. Ama sonuç değişmez. İşte oblomovluğun ta kendisi.
Oblomov’da tüm işleri hayatı boyunca uşakları tarafından yapılmış, yemek yemek ve giyinmeyi bile iş olarak gören, ayakkabılarını bile kendisi giyemeyen, düşünmeye üşenen, hiçbir değişikliğe tahammülü olmayan, zamanının hepsini yatak ve çalışma odasında geçiren, hayata dair planlar yapsada hiç birini hayata geçiremeyen biri.
İçimizden pek çok kişi gibi.
Ne en yakın arkadaşı Ştolts ne de Olga aşkıyla onu bu uyuşuk hayatından vazgeçiremez. Çünkü aslında Oblomov’un mutlu hissettiği hayat tam olarak bu.
Bittiğinde kendimi ona sarılırken buldum.
Mutlaka okuyun
Ne mümkün ah! Ne mümkün unutmak
Ne mümkün aşkı akılla yenmek.
İnsanı, yalnız insanı anlatın bana, insanı sevin.
Hayatın çiçekleri döküldü, sade dikenleri kaldı.
Aşk bir ruh kangreni; o kadar çabuk ilerliyor ki.
Evlenen kadın değildir ki, bizimle evlenirler ya da bizi kocaya verirler.
Korkunç olan insanın ölmesi değil, ölmeden önce geçirdiği acılı saatlerdir.