Kitabın ikinci cildini çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Emek 1' de ezilen, sömürülen işçiler o kadar başarılı bir şekilde tasvir ediliyor ki, resmen kendiniz sömürülmüş gibi hissediyorsunuz.
İkinci kitapta ise Luc isimli karakterin verdiği mücadelelerin başarıya ulaşması ile oluşan işçi cenneti anlatılıyor. Bir nevi ütopya yani. Yazar hayalini kurduğu, bir gün olmasını dilediği şeyleri yazmış ancak çok fazla iyimser yaklaşmış olaylara. Üstelik kitabın üzerinden nerdeyse 150 yıl geçmiş olmasına rağmen kitapta yazılanlar henüz gerçekleşmiş de değil. Uzun yıllar boyunca gerçekleşecek gibi de durmuyor. Her ne kadar kendi ülkesi Fransa bu konuda epey ilerleme kaydedip, bizden kat kat önde olsa da, dünyanın birçok yerinde ücret köleliği, emek sömürüsü devam etmekte... Yalnız, kitabın sonlarına doğru bahsettiği avrupadaki kanlı savaşlar; birinci ve ikinci dünya savaşlarını çağrıştırdı bana ve yazarın öngörüsüne hayran kaldım. Dünyanın gidişatını görmek, olayların nereye varacağını anlamak, böylesine ileri görüşlü olmak gerçekten takdire şayan.
Emile Zola benim favori yazarlarımdan biridir. Yaşadığı dönemin ezilen, sömürülen emekçilerinin derdini kendine dert edinip, onların sorunlarını dile getirmiş kitaplarında. Bugüne kadar en beğendiğim kitabı "Gerçek" oldu. Belki de o kitabı ile bendeki çıtasını öylesine yükseltti ki, diğer kitaplarından etkilenemiyorum. Ancak bu, Emek roman serisinin kötü olduğu anlamına gelmiyor. Dediğim gibi özellikle Emek 1 çok başarılıydı. Emek 2' deki ütopyaya varan aşırı iyimser durumların, gerçekleşmesi çok zor şeyler olmasından ötürü çok etkilemedi sanırım.