İsmet Özel’in çok sevdiğim bir şiiri şu dizelerle bitiyor: “Herkesin bir bahanesi var, senin yok / biraz bekleyebilirsin, daha sonra / burada kalamazsın, başa dönemezsin / ama dön / eve dön! şarkıya dön! kalbine dön! ...
Ev deyince hepimiz yanından dere akan, yaz kış bacası tüten o tek katlı yapıyı resmediyoruz hâlâ. Eski şarkılarımız yenileri
Ben bu seriyi çok seviyorum. Evet biliyorum çok ani bir giriş oldu ama kitaplarının kısalığı, olayların hemen çözülmesi ve rs kurtarıcısı olmaları çok hoşuma gidiyor. Yazar genel olarak elinize alıp bir çırpıda bitirebileceğiniz kitaplar yazıyor.
Gel gelelim bu kitabaaa. Serinin en az sevdiğim kitabı oldu. Peki neden en az sevdiğim kitabı oldu?
Benim bu dünyada en sevdiğim insan rahmetli nenem bana derdi ki hep Allah sana yaşama sevinci versin oğlum... Bu gece son mesajımda bunu demek istiyorum Allah her birinize yaşama sevinci versin güzel insanlar... Çünkü bana verdi gerçekten de
Her insanın bir diğeri için engin bir muamma oluşu, üzerine kafa yorulması gereken şaşırtıcı bir gerçektir. Gece vakti büyük bir şehre girdiğimde karanlıkta kümelenmiş bütün o evlerin her birinin içlerinde kendi sırlarını barındırdıklarını düşünürüm, her bir evin her bir odasında ayrı bir sır vardır ve bunların içlerinde çarpan her bir yürek de hemen yanı başındaki yüreğin bile bilmediği ayrı bir sır taşır içinde! En berbat şeyler, hatta ölüm bile böyledir. Sevdiğim şu kitabın sayfalarını daha fazla çeviremem artık, boş yere bir gün hepsini okumuş olmayı umarım. Bir zamanlar, üzerinde ışık parladıkça dibe çökmüş hazinenin ve diğer batıkların göründüğü suyun dipsiz derinliklerine bakamam artık. Tek bir hareketle kitabın sonsuza dek kapanmasına karar verilmişti çünkü, oysa yalnızca bir sayfasını okumuştum daha. Sonra ışıklar yüzeyde oynaşıp dururken, suyun sonsuza dek donmasına karar verildi ve ben ne yapacağımı bilemez halde öylece durdum kıyıda. Arkadaşım öldü, komşum öldü, sevgilim, ruhumun cananı öldü; sırlar aynı sarsılmazlıkla sürüp gitti ve ben kendi sırrımı hayatımın sonuna kadar kalbimde taşıdım. Bu şehrin içinden geçtiğim mezarlıklarından herhangi birinde, onlara kıyasla benden, bana kıyasla da onlardan daha gizemli biri var mıdır acaba?
Julia Quinn tam bir aşk kadını ve bu kadının yarattığı Bridgerton evreni kesinlikle en inanılmaz, sizi heyecanlandıran, soluksuz okutan bir evren. Bridgerton kardeşlerinim hikayesini ne kadar sevdiğimi bilen bilir. Daha yeni yeni okumaya başladığım bir dönem de tanışmıştık ve seri olduğunu bilmeden okuduğum kitaplarından çok daha sonra anlamıştım olayı. Ama bu beni asla rahatsız etmedi çünkü hepsi birbirinden güzel kitaplar. Size dolu dolu bir aşk okutan bir şeyi nasıl sevmezsiniz? Ne yapıp ne edip bir yerde o baş karaktere tutulmanızı sağlayan iyi bir yazar o. Bu kitapta öyle olmuş. Billie Bridgerton ile aslında tarihte daha geçmişe gidiyoruz ve kesinlikle soylarının mükemmel oluşu tesadüf değil. Birbirleriyle büyüyen ama asla birbirinin farkına varmayan iki zıt karakter birbirini keşfederse ne olur onu okuyorsunuz. George ahhh George… Aslında sana daha da bağlanabildim ama yazarcım kitabı biraz sakin biraz uzak ve anlamsız bir yerde bitirmiş ama beni bir titrettin yalan yok. Billie kesinlikle hayran olunası bir karakter sahip deli dolu bir kız ve siz harika bir çift olmuşsunuz. Bu kitapla da bir seri oluşurmuş Quinn. Eh artık özledikçe alır okurum.
Zaten ‘hayat’ dediğimiz bu kapalı dairenin asıl mucizesi, bu “alışmak” değil miydi?
En sevdiğimiz mahlukları bile kaybetmeye alışmıyor muyuz? Günlerce, aylarca, senelerce görmemeye, mutlak, kati bir gurbet içinde yaşamaya alışmıyor muyuz?
// KARANLIK ATEŞ //
Bu seriyi çok uzun zaman önce okumuştum. Üzerinden yıllar geçti ve çoğu şeyi unutmuşum. Unutmam iyi oldu çünkü ilk defa okuyormuş gibi hissettim.
Konusundan bahsetmeyeceğim zaten arka kapak yazısında anlaşılıyor. Bu tam bir giriş kitabıydı. Karakterleri ve yaratıkları, Fae dünyasını tanıyoruz. Ama sanmayın ki bu kitapla
Takvimin en sevdiğim tarihi gösterdiği gün geldi, beni 22'ye kavuşturdu. Ömürden saatler,günler,aylar ve nihayet yıllar nasıl da hızlı eksiliyor. Her şeye rağmen çok seviyorum yaşamayı,yaş almayı. Pencereme yansıyan şafaklar hep aydınlık,manzaram berrak.Güneş her sabah kalbimde doğuyor ne mutlu ki. Zifiri karanlık gecelerimde dahi kalbimin
O gece ben yerin metrelerce altında, otuz üçüncü evde ve kameraların önünde Uraz Kayalar'ı özlem dolu bir öpücükle öptüm. Kameralar bunu gösterdi mi göstermedi mi bilmiyordum, umurumda da değildi. Benim tek umursadığım içine düştüğüm buhranın sevdiğim adamı benden almasına son anda engel oluşumdu...
Güzel giyimli ince bir kadındı
Dudaklarında sürekli ölümü görürdüm
Siyah saçlarını merak eder öykünürdüm
Çatardı kaşlarını bazen bakışlarında ölürdüm
Güzel giyimli toprağa tapan bir kadındı
Bir sabah kaybolmanın sınırında gezdik
O ağladı ben izledim
Kaba ağaçları beraber kestik
Beraber söyledik aynı türküyü
O saçlarını yoldu ben izledim
Mihail Bulgakov'un okuduğum ilk kitabı, sanırım devamı da gelecek. Kitap başından itibaren baktığım zaman insanı anlatılan öyküye kendisine alıyor, çok akıcı ve güzel bir dili var. Konu olarak bakılınca da bana çok orijinal geldi. En başlarda pek anlaşılmıyor, daha çok akıcı olarak okuttu ama konunun ne olduğunu birden belirttiği yerde düşündürürken aynı zamanda akıcılığın devam etmesi çok hoşuma gitti. O kısımdan sonra bazı noktalarda güzel sözlerin olması da çok hoş. Konu şu; bilim insanı dışarıdan bir köpek sahipleniyor. Bu köpeğin kliniklerde yapılan rutin işlemlerini yapıp iyi ve besili bir hale getirdikten sonra 'öjenik' amacıyla insana ait hipofiz bezi ve testis nakli yapılıyor. Daha sonra köpeğin insanlaşma süreci anlatılıp kalbinin zaman içerisinde insanlaşması hem bilimsel hem de öykü olarak aktarılması beni kitaba daha çok bağladı. İlk başta köpek karakterini sevmiştim ama insan olan Şarik karakterine dönüştüğü zaman hiç sevilecek bir yanı kalmadı. Sonunda tekrar sevdiğim karakter olan köpeğe dönüştüğü için mutlu oldum. Filip Filipoviç hakkında tam kararımı veremedim, bazı yerlerde sevdim bazı yerlerde ne oluyor dedim. Böyle bir girişim yapması onu çok yordu, ama bilim insanı olmak bunu gerektiriyor. Kendi diline takıldığını söylediği 'Sevilla'dan Granada'ya' sözü benim de dilime takıldı. Açıkçası kitabın sonunda Filipoviç'in Şarik'i öldüreceğini düşünüyordum. Ama kitap beklemediğim bir şekilde aksiyonsuz sonlandı. Genel anlamda çok beğendiğim bir kitap oldu.
Köpek KalbiMihail Bulgakov · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 201918,8bin okunma
"Öyleyse, plan nedir, Harry?" dedi George.
"Plan diye bir şey yok." dedi Harry.
(...)
"Sadece elimizden geldiğince hayatta kalacağız, değil mi? En sevdiğim tarz," dedi Fred.
Sayfa 493 - Yoldaşlık Hp Çevirisinden (Ölümcül Kutsallar)Kitabı okuyor