Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Şevket Erciyas

Efendi Yüz elli kuruşla bu gurbet elde ben ne yaparım? Vergi almak üzere biz köylere geldiğimiz vakit paradan olmayız. Bilakis her gelişimizde para kazanınız. Bizi geçindiren maas değildir, bu gibi gelirlerdir. Toplanan vergiler ne kadar az olur, biz de köye ne kadar çok gelmeye mecbur bulunursak, biz tahsildarlar o nispette istifade ederiz. Hele zamanında ödenemeyen vergiler bizim velinimetimizdir. En dar vaktinde köylüye gelirsin, baskı yaparsın, öküzünü satacağını söylersin. Sonunda pazarlığa girişirsin. Üç sonra vergisini almak üzere geleceğini bildirerek, verginin miktanna göre bir iki mecidiyeye razı olursun. Üç ay sonra gelmezsin. Çünkü o vakit köylüde para vardır. Parasını bitireceği vakti gözetirsin. Öyle bir vakitte damlarsin ki evvel bir aldinsa bu defa mutlaka iki almanin yolunu bulursun.Efendi işte bunlar olmazsa biz açlıktan ölürüz."
Sayfa 258 - İş bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Fakat birden vaziyetimi düşündüm. Onun bir zirveyi andiran insanlığının muhteşem yüksekliği yanında benim bir uçuruma benzeyen insanlığımın çöküşünü ve alçalışını gözümün önüne getirdim. Benim iskarpinim için harcadığım para, ona şüphesiz ki bir aylık rahat bir geçim temin edebilirdi. Ona bir aylık rahat bir geçim sağlayacak kıymetteki iskarpinime rağmen işte bu fakir kadının yüzüne bakamıyor ve onun insanlığındaki muhteşem yükseklik önünde ruhumun çöküş ve alçalışını bütün düşkünlük ve çıplaklığıyla görüyor ve mesut olmadığımı hissediyordum. Hayalimde eski Fitnat'ı, küçük Fitnat'ı arıyorum. Arkasından iki örgülü saçıyla, cumbada dantelasını ören ve zaman zaman başını kaldırarak sokağa bir göz attıktan sonra tekrar işine dalan müsterih kalpli, sakin hayatlı o küçük Fitnat'ı, geçmişin melekler kadar temiz ve iffetli olan o çocuğunu arıyorum. Düşünüyorum da o çocuk, o küçük Fitnat artık ölmüştür ve bir daha dünyaya geri gelmeyecektir. O sonsuza kadar beni arayacak, ben sonsuza kadar onu bulamayacağım.
İs bankasi kultur yayinlariKitabı okuyor
Zihnimizde azizlerin, havarilerin tasvirlerinde olduğu gibi haleli bir alınla yaşayan insanlarla koltuk ve kanepeler üstünde çeneleri yan tarafa kaymış, göğüsleri ağır nefeslerle inip kalkan, derilerindeki bütün gözenekleri teneffüs ederken uyuyan bu insan külçeleri arasında ne büyük fark var. İlk defa bu akşam gerçek İstanbul'la yüz yüze, karşı karşıya geldim. Bunlar arasında kimler yoktu ki? Bakanlar mı, memleketin en yüksek, en ünlü şairleri mi, gazetecileri mi, mütefekkirleri, vatanseverleri mi, kimler yoktu kimler. Bu, İstanbul'da büyük devlet adamlarının ve seçkinlerin bulunduğu bir meclis değildi. Bu, gerçek bir Babil'di. Hepsi de içkinin tesiriyle manevi elbiselerinden soyunarak içyüzlerinin bütün kokuşmuşluklarıyla, bütün üryanlıklarıyla meydana çıkmışlardı. Zaman zaman çiftler halinde masadan biri ikisi kayboluyor, sonra yüzler pancar gibi, saçlar darmadağınık, yorgun adımlarla tekrar masaya dönüyorlardı ve masaya her dönen çift masadakiler tarafından bir fısıltı konusu oluyordu.
Sayfa 46 - İs bankasi kultur yayinlariKitabı okuyor

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Zalimin zulmü mazlumun sabrını, mazlumun sabri zalimin zulmünü artırmaya başlayınca; zalim istediği kadar zulümde özgür, mazlum da tahammül edemeyeceği kadar sabra mecbur olunca, iş sırası kime gelir? Şüphesiz, intikam alan Allah'ın kahredici gayretli adaletine!
Sayfa 126 - İs bankasi kultur yayinlariKitabı okudu
Çoğu kadında garip bir özellik vardır. Bütün gururuna rağmen kadın, seveceği erkeğin kendi üzerinde bir erkeklik hâkimiyeti olmasını ister, onun karşısında titremekten, biraz korkmaktan zevk alır. Erkek kadına tamamıyla mağlup ve oyuncak olursa kadın için artık onun bir kıymeti ve meziyeti kalmaz. Kendisinin emri altında kalan, kendine miskince boyun eğen ve muhtaç olan erkeği sevebilecek kadın pek nadirdir.
Sayfa 27 - İş bankasi kultur yayinlariKitabı okudu
Reklam
Neşide yalan söylemişti. Üşümüyor, bilakis bütün vücudunda yakıcı, fakat pek tatlı bir ateşle zevkten mest eden bir hararet, kanında pek hızlı bir hareket hissediyordu. Oradan savuşmak, kaçmak istemesi odasına kapanmak, yalnız kalmak, hissiyatının ince noktalarını, kulaklarında mütemadiyen tınlayan bu tatlı sevda teranesini dinlemek, yalnızca, mutlak bir mahremiyet içinde dinlemek ve onu tahlile çalışmak için karşı konulmaz bir arzu hissediyordu.
Sayfa 71 - İş bankasi kultur yayinlariKitabı okudu
Anam, babam beni önce en kıymetli, en nazik bir oyuncak gibi süslemek, yalnız kendi gururları, kendi iftiharları için süslemek istediler ve bütün başkalarının çocuklarından üstün, emsalsiz bir çiçek gibi yetiştirmek için çalıştılar, terbiye ve tahsilime tam anlamıyla özen gösterdiler, lisanlar, piyanolar öğrettiler. Bu lisanlar, piyanolar kimin için? Yalnız kendileri için mi? Halbuki kendileri o lisandan bir şey anlamazlar, o piyanoyu umursamazlar. Sadece bir istekleri vardı: Herkes bana ve kendilerine gipta etsin. En parlak, eşi bulunmaz bir evlat olarak gösterileyim. Düşünmediler ki bu memlekette ne kadar yegâne, ne kadar eşi bulunmaz olursak o kadar mutsuz olacağız; düşünmediler ki bizi yaşayacağımız hayata, beraber ömür geçireceğimiz kocalarımıza göre terbiye etmek ve büyütmek gerekir. Yoksa böyle âdetlere esir olacak kadar âciz ve zayıf kaldıkça bu muhit içinde bizi mutsuz ve ağlamaklı etmekten başka bir şey yapmak kendileri için mümkün olmayacaktır. Sonra en önemli mesele: Böyle terbiye ve eğitimle yetiştirdikleri bir kızı, bu kadar özen ve çabayla, naz ve nimet içinde büyütülmüş bir evladı tam dikkat ve himmet lazım olduğu, tam mutlu olması gereken bir yaşa gelince, hayatımız başka türlü harekete müsait değildir diye terk ve ihmal ediyorlar. Bize ruhumuzun kabul edemeyeceği boğucu, renksiz, siyah bir hayatla, ekseriyetle hiçbir bakımdan bize zerre kadar layık olmayan kocalar veriyorlar
Sayfa 19 - İş bankasi kültür yayınlarıKitabı okudu
Kırk asır evvelki insana nisbetle¹ bugünkü insan yalnız dış görünüş ve hayat tarzı bakımlarından ilerlemiştir. O, pösteki ile örtünürdü; bu, palto ile ısınıyor. O, tırnaklarını taşla keserdi; bu, manikür yaptı- rıyor. Onun saçı sakalı birbirine karışmıştı; bu, günde iki defa tıraş oluyor; o, gölde yıkanırdı; bu, duş altında friksiyon yapıyor. Fakat iç yapılarına gelince, belki de asırlar onu bir adım ilerletmemiş; hep o zâlim hep o hunhar hep o hilekâr ve gaddar insan olarak kal- makta devam etmiştir. Yalnız tecrübelerin ve göreneğin tesiriyle bu vasıflarını tahakkuk ettiriş2 şeklini tekamül ettirmiştir³
Sayfa 61 - KubbealtiKitabı okudu
Gece ilerlemiş idi. Fakat başkaları gibi bunlar da zamanın ölçü şeklinden gafil bulundukları için saatin ne raddelerde bulunduğunu bilmiyorlardıysa da herhalde dünya kararmış, yıldızlar çıkmış idi. Bubeymelek! köyünde hiçbir damdan çıt bile işitilmiyordu. Herkes derin bir uykuya varmış idi. Sade civardaki çoban köpekleri tek tük havlamakta idi. Ocaktaki dallar keyifli keyifli yanmakta ve damın içerisini kırmızı donuk bir aydınlıkla aydınlatmakta idi. Duman biraz açılmış idi.
Sayfa 41 - Ezr yayincilikKitabı okudu
Çektiğim işkence doruğa varınca intihar etmek üzere, gece kocamın evinden çıktım. Köşk denize yakın olduğu için çok geçmeden sahile vardım. Artık vakit geçirmeksizin işimi bitirmek üzere oradaki kayanın üzerine çıktım. Hayatı arkamda bırakıp ölüme gitmek için yalnız bir adım kalmıştı. O anda içinde kardeşçiğimin bulunduğu eve son bir kez bakmak için başımı arkaya çevirdim. Şefik'in odasındaki kandilin ışığı pencereden görünüyordu. Yüreğim sızladı. Cesaretimi yitirmekten korktum. Fakat sonra o evin içinde çektiğim acıları hatırlayarak bana rahat göstermemiş olan dünyadan kurtuluyorum diye seviniyordum. "Burada kardeşimi bırakıyorsam, orada anamı bulacağını! En sonunda kardeşimin gelece ği yer de orası değil mi? Ey fani dünya... Senden kurtuluyorum. Sen bana hiç güler yüz göstermedin; işte şim di de ben senden kurtuluyorum! Zulmünü neyine güve nerek yapıyorsun? Faniliğine mi? Ben ebedi olan bir alemde saadet aramaya ve rahat etmeye gidiyorum.. dedim ve melek gibi tavırları sebebiyle cennette olduğunu bildiğim anneciğime kavuşmak niyetiyle "Anneciğim! Beni al!" diyerek kendimi atmak üzereyken bu söylemiş olduğum sözün aklıma getirmiş olduğu hatıralar nedeniyle birdenbire durdum ve "Ben nereye gidiyorum?"dedim.
Sayfa 298 - Klas yayineviKitabı okudu
Reklam
Bu kıza üç defa aptes aldırmadıkça bu kızın vücudundan çıkmazlar." "Hint'ten buraya kadar damacana damacana suyu kim taşıyacak efendim.Hanimefendi: "Cinlerin sucu başısı Ebbüddevran..." Kalfa: "Onu nerede bulalım efendim?" Hanımefendi: "Bu akşam davet ederiz. Güzellik dağından biraz üzerlik, geyikovasından biraz kekik, ardıçtan ardıç, kovacıktan kabacık tohumu getirtmeli. Alfabenin üç ve iki noktalı harflerinden nokta çalarak noktasız harflere eklemeli. Lâmelifleri ters çevirmeli. Öteki harfleri ısırmasın diye 'sin'lerin dişlerini sökmeli, 'ayın'ların, 'gayın'ların karınlarını doyurmalı, 'şın'ların, 'nun'ların teknelerine bal koymalı. Hepsini bir araya koyarak bu kızı tütsülemeli.
Elindeki cigara paketini hırsla kokladı. Haydi diyelim ki onun bundan böyle rahat yüzü görmeye hakkı yok; Adam öldürmüş, çiftlik yaktırmış... - İyi ama, bütün bunlar sebepsiz mi? Muzaffer'i öldürdüysem, bin sefer hak etmedi miydi? Sırtını yıllar yılı iktidardaki partinin hükümetine daya, Allahın belki de fakir fikara için halkettiği sahipsiz toprakları pençene geçirdiğin yetmezmiş gibi, milletin tapulu topraklarına da sark, irza namusa el at, belindeki tabanca, altındaki arabaya güvenip o kadar insanın içinde adam tokatla, vur, kir, yak, yık kimseye hesap verme... Eee? Nesin yâni? Allah misin tõbe estafurullah? Değilsin. Sen de benim Gibi bir kul. Balın nerede
Sayfa 195Kitabı okudu
Nöbetçi duvara yaslanmıştı. Çelik başlığı duvardaki bir çiviye asılıydı, yüzü açık seçik görünüyordu. Bu, Robert Jordan'in iki gün önce akşamüstü gözetlerken gördüğü adamdı. Kafasında aynı örgü yün başlık vardı, tıraş olmamıştı. Avurtları çöküktü, elmacık kemikleri ise çıkık. Tam ortada buluşan fırça gibi kaşları vardı. Uykulu görünüyordu, Robert Jordan onu izlerken esnedi. Sonra tütün kesesiyle kâğıt paketini çıkarıp bir sigara sardı. Bir çakmağı çakmaya çalıştı, sonunda çakmağı cebine sokup mangalın yanına gitti, eğilip, mangalın içine doğru uzandı, küçük bir parça kömür aldı, elinde ziplata zıplata kömürü üfledi, sonra sigarayı yakıp kömürü yeniden mangalın içine attı.
Sayfa 570 - Bilgi yayineviKitabı okudu
Halife El-Muktedi Biemrullah Meliksah'ın Bağdat'a gelişini kutlamak için bir tören düzenlenmesini ve şehrin kandillerinin bir hafta süre ile yakılmasını emretti. O tarihte bilim, kültür, sanat ve güzellik yönünden dünyanın en gelişmiş şehri Bagdat, Dicle Nehri'nin iki kenarına kurulmuş büyük bir şehirin iki yakası köprü ile
Sayfa 176 - TruvaKitabı okudu
-Ah oğlum; dedi; baykuş ötüyor. Ne yapacaktım? Ne yapmalıydı? Bilmiyordum, bilemiyordum: Yarabbi! dedim; bu elemli geceden sonra bize hayırlı bir sabah göster! Biraz sonra uzaktan ince tatlı bir ses geldi. Bir dakika sonra da bu sesler birbirini takip etti: Horozlar ötüyordu. Ooh; sabah oluyordu. Hava ağarıyordu. Müzehher bu sırada yine inlemeye başladı. Yanına yaklaştım. Gözlerini bir kere daha açarak yüzüme baktı. Tekrar kapadı. Doktorun dediği olmuş, ikinci ve şiddetli bir nöbet gelerek biçare kızı pençesi altında sıkmaya başlamıştı. Dikkat ettim: Can çekişiyordu. Nihayet sabahın ilk donuk ziyası Müzehher'in sararmış çehresine aksettiği, yuvalarından çıkan kuşlar ağaçların dalları üstünde aşk, sevda şarkıları okudukları bir sırada onun ruhu uçmuş, yükseklere doğru uçmuştu. Bir ağızdan kopan feryat; büyük yalıyı iniltiler içinde bıraktı. Şimdi kızlardan biri, mevtanın ayak ucunda Kur'an okuyor, kadınlar için için ağlıyorlardı. Validem yanıma yaklaştı. Beni kollarına alarak kalbinin üzerinde sıktı. Kesik, titrek bir sesle: İnsafsız! dedi; kızı öldürdün! Nihayet öldürdün! Artık sabredemedim. Sinirlerim boşanmıştı. Hüngür hüngür ağlıyordum. Küçük bir çocuk gibi ağlıyordum. Müzehher'i ben mi öldürmüştüm.
Sayfa 179 - Karaoğlu yayincilik.Kitabı okudu
109 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.