Yokluğun buz gibi soğuk
Uzaklardan bir ses olmanı isterdim, bir selam, bir nefes... 'Üşüme' diye seslenmeni isterdim... Bir el olmanı isterdim, bir kol... 'Özledim' deyip sarılmanı... En karanlık yerinde düşlerimin çıkıp gelmeni isterdim kınalı bir bahar gibi, umut ışığı olmanı isterdim hayatıma... Gelseydin ve yaslasaydım başımı omuzuna,
Thomas Mann'ın Büyülü Dağ'ında -başka şeylerin yanı sıra geçen zamanı nasıl hissettiğimize dair bir roman- "Zaman Duygusu Üzerine Arasöz" başlıklı bölüm tam da yeni deneyimlerin zaman algımızı nasıl etkilediğini irdeler. Mann tanıdık olmayan bir yerdeki ilk birkaç gün boyunca yaşanan farklı deneyimlerin zamanı öznel olarak nasıl uzattığını göstermek için tatil örneğini kullanır. Yeni yerde biraz vakit geçirdikten sonra günler yavaş yavaş yerleşen alışkanlığın etkisiyle orantılı bir şekilde kısalır. Nihayet tatilin sonuna doğru günler uçup gitmeye başlar ve tatilin hızla sona ermekte olduğunu fark ederiz.
Bin yıl yaşasam bunca anım olmazdı...
Kuşkusuz bir perşembe öğleden sonra ya da bir pazar günü, yatılıların okuldan çıktığı günler. Saint-Michel Bulvarı’nda ancak bir pazar ya da perşembe günü öğleden sonra bulunabilirdim. Haftanın kalan günleri Henri IV Lisesi’nin duvarları arasında geçiyordu. Yağmur yağıyordu, bardaktan boşanırcasına.
Saatler, günler, aylar ve yıllar tükenir, geçen zaman geri döndürülemez, gelecek zaman da bilinemez;insanın kendisine yaşaması için tanınan süreye memnun olması gerekir.
Sevgili Peygamberimiz, insanları İslâm"a davet ederken çok sıkıntılı günler geçirmişti. Hz. Peygamber"in karşılaştığı zorluklar, kızı Hz. Fâtıma"ya nispet edilen bir sözde, “Eğer bu zorluklar, gündüzlerin başına gelseydi, gündüzler geceye dönüşürdü.”(1) şeklinde dile getirilmişti. Hz. Peygamber, Mekke"de düzenlenen Ukaz